Adalet fasaryası

Adaletin olmadığı bir ülke de  adalet  bakanı olur mu? Olmayan adaleti temsil eden  bakanlıklığın nasıl adaleti temsil ettiği tabii ki tartışma götürür.

Bu durum haddinden fazla trajikomik olsa da, bizim gibi ülkelerde olmazsa olmazlarımızdan bir tanesidir. Mülkün üzerinde yükselen ”adalet” vurgusu olduğundan çok yapılıyorsa  bilin ki altında bir  bit yeniği vardır. Ben buna 366.gün sendromu diyorum. 366.gün sendromunun detaylarına ilerleyen satırlarımda gireceğim.

Bizim gibi ülkelerin en büyük handikaplarından bir tanesi  adalet kavramının varmış gibi zihinlere empoze edilmeye çalışılmasıdır.

Adalet kavramının nesnelliğini biraz deşelediğimizde olmayan Tanrıya inanılış gibi, olmayan adalete (sosyolojik evrimimize uygun bir şekilde) inandığımız / inandırıldığımız ortaya çıkar. Sonrası malum, envayı çeşit doğa olaylarının müsebbibini Tanrının ilahi adaletinde ararız. Tanrının ilahi adaletine övgüler yağdırırız…

Olmayan adaletin bakanlığı olan bir ülkede ‘ Varmış gibi davran Kanka!’ misali, haksızlığa uğradığımızda bile davranışlarımızın kökenine içselleştirdiğimiz  olmayan adaleti ararız.

Davranış şeklimizin dili görünmez bir olgu gibidir, olmayan Tanrının varlığına inanmamızı sağlayan en temel özellik, sorgu yetimizin durdurulması işlevsizleştirilmesiyle ilgilidir.

Mesela cehaletin bireysel güvenine Tanrı’nın var olmadığını asla anlatamazsınız. Buna hiç bir koşulda inandıramazsınız. Onun inandığı şekil varlığının ispatı gibidir, bu yüzden ispata ihtiyacı yoktur.  Cehalet kendi anatomisini  ilk başta sorgulamaya kapatmıştır. Sorgulanan her şey bilimsel metodolojiye bir adım yaklaşılmış demektir. Bu yüzden cehalet kendi iflasının senfonisini dinlemek istemez.

Unutulmasın ki putlara karşı çıkılırken yerine önerilen yeni put’un bir aydınlanma bir biçemi olarak yutturmak tarihsel açıdan tradejinin kendisidir. Sonuç itibariyle göksel Tanrı yersel Tanrının yerine getirilerek put olgusu belirli bir standarda kavuşturulmuştur. Topluma vaat edilen ilahi adalet ise çifte standartların cenneti gibidir.

Bu yüzden Tanrı ve adalet tarihler boyu birlikte anılmıştır, kimi zaman iç içe geçmiştir.

Tanrıdan bahsedilirken onun olmayan ilahi adaletine güvenilip inanılmıştır. İlahi adalete inanmak için önce Tanrının olmayan varlığını nasıl var ettiklerini bize ispat etmek zorundadırlar, sonra ilahi adaletin nesnel varlığından bahsetmelidirler.

Ne yazık ki,Tanrının varlığından yola çıkıp, onun ilahi adaletine kadar geldik lakin arkamızı dünüp insanlığın mevcut tarihine baktığımızda (bir arpa boyu yol kadar) değersiz bir kazanım dahi elde edemediğimizi görürüz. Hala insanlar Tanrının adaleti için öldürülüyorsa,  bu durum bize,  nasıl bir yol kat ettiğimizi ortaya çıkarmış  olur.

Üstelik Tanrı ve adalet fasaryasının  inanç düzeyinde yüzdürülen hayaletten öteye bir adım atamazken, bilimsel ispata dair ufukta her hangi bir emaresi de olmayacaktır.

Hal böyle olunca çıkarları gereği sürekli ilahi adaletten bahsedenlerin ateşli söylevleri içeriği boş  tartışmalı söylevlerin kendi egemenliğine hizmet etmesinden başka bir şey olmadığını görürüz. Tıpkı insanların inançlarında oluşturdukları gerçekte olmayan mit’ler gibi, bizim gibi geri kalmış ülkelerim mit’leri de demokrasicilik oyununda, olmayan adaletinin varlığına inanmak / inandırılmak şeklinde bir rota izler. Bu birazda sağlıklı bir insana 365 gün sürekli psikolojisinin iyi olmadığını hasta olduğunu söyleme sonucunda 366.gününde psikolojik hastalık emaresi gördüğümüz sağlıklı bir insan geldiği nokta gibi, adaletin olmadığı bir toplum biçiminde sürekli adalet vurgusu yapılmasının bir nedeni de örneğimizde yer alan sağlıklı bir insanın psikolojisiyle ilintilidir. Olmayan adaletin varlığı toplumsal sosyolojide 366. günün realitesidir. Bu yüzden olmayan adaletin adalet bakanlığı vardır.

Özünde ‘Adalet Bakanlığı’  kurumu bir çeşit  trajedinin kendisidir. Hatta ‘Varmış gibi davran Kanka!’ nın nesnel yapı taşıdır. Toplumla bir çeşit maytap geçme şeklidir.

Mesela ‘adalet mülkün temelidir’ kavramı, toplumsal Consensus’u bir arada tutabilmenin temel illüzyonudur. Bu yüzden mahkeme salonlarında bu illüzyona görsel olarak sürekli rastlarız.

Oysa adaleti mülke atfetmek, yanılgısı eşitsizliğin adaletsizliğin paradigmasıdır. Ünlü anarşist düşünür Proudhon mülkiyet hırsızlıktır derken eşitliği hiçe sayan despotluğun anası olarak niteler.

Gelelim şimdi konumuza: eşitliğin olmadığı despotluğun hüküm sürdüğü yerde sahi biz hangi adaletten bahsedebiliriz ki?

Adalet illede mülkün temeliyse mülksüzlerin üstünde bir çeşit mülkün despotluğunu  kanun, yasa, polis copu, hapishaneler gibi bir baskı aracılığıyla   mülkiyet despotluğunu adaletmiş gibi sunmak ilizyonun kendisi değilmidir?

Hele hele birde tam bir deli zırvası olan ‘Tanrının ilahi adaletine’  ben hiç girmeyeyim. Görüyoruz ki ‘Tanrının ilahi adaletine’ den tutunda her türlü adalet fasaryasını kim  ele alıyorsa onun çıkarlarına hizmet ediyor.  Mülkün despotluğunu adalet diye yuttururken, şimdi ‘adalet mülkün temelidir’ fasaryasını güncellediğimiz soygunla  sorgulamanın zamanı geldi de geçiyor.

Gelinen noktada mülkün nihai statüsü değişirken mülkün nesnel terörü yer değiştirirken, saray otokrasisinin  mevcut terörü mülkten daha bir güç alarak artık mülk terörü saray terörüyle açıklanabilmesinin yasal açıdan statüsü belirleniyor.

Elbette bunu boşa söylemiyoruz, bu ülkede tapu güvencesinin ortadan kaldırılmasının yegane sebebinin mantığı aslında budur.  Tıklayın

Bizim gibi ülkelerin kendi tarihinde hiç bir zaman olmayan adalet, mülk temeli olarak sayıldığı için, bu kez sadece saray için var olacağını söylemek gerekecektir. Deyim yerindeyse mülk despotluğu sarayın despotluğuyla yer değiştirmek üzeredir.

İşte bu yüzden adalet yürüyüşü gündeme gelince adalet bakanı alınmış.

Olmayan adalet adına olmayan ‘Adaletin Bakanı’… demiş ki;  ‘istediği kararları yargıdan çıkarmaları mümkün değildir, boşuna yoruluyorlar” tarzından bir yorumu yaparken aslında  kendisi zahmet edip yorulduğunu ortaya koymuş. Tıklayın

Olmayan ilahi adalet’den sonra, olmayan Adaletin Bakanı; adalet adına açıklama yapınca, insanlarda sanıyor ki, adalet adına Adalet Bakanı açıklama yapıyorsa adalet varmış  sendromu 366.gün sendromundan başka bir şey değildir.

Üstelikte her birine bir dokunsan bin ah işiteceksin şeklinde!

Ülkenin her yanı kapalı cezaevine çevrilmiş durumda iken cezaevleri tıka basa dolu iken adalet kavramının empoze edilişi bile abanın altında sopanın gösterilmesi değilmidir?

Diyojen, MÖ 412 – MÖ 323-Ömrü boyunca feneriyle ”Adalet” aramış!

Tanrı kavramının var oluşundan bu yana uydurulduğu ‘Tanrının ilahi adaletini’ arayan insan oğlu, olmayan adaletini de adalet bakanlığının bu pisişik görüngüsü ile Diyojen ruhuyla adalet arar konumda.

Ali Galip Sayılgan

Bu yazı POLİTİKA kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.