Yüz yılın deccalı ‘sosyal medya’

Geçmişte başlarına bela olabilecek medyayı ele geçirip yandaşlaştırma süreci bittiğinde tam rahat nefes alacağız hülyasına girerken hülyalarının kimyasını bozan sosyal medya peydahlandı. Satın alamadıkları, yandaşlaştıramadıkları sosyal medya yüzyılın deccalı gibiydi.

Bizim gibi ülkelerin (halklarının kaderi) ne yazık ki, sürekli diktatörlük eğilimleriyle ünlenmiş yöneticilerle muhatap olmalarıyla ünlüdürler. Bu yüzden III. Dünya ülkeleri sınıfında anılmaktayız. Aslında bu durum ülkemizde burjuva demokrasisinin oturmaması üretim ilişkilerimizle ilintili bir olgudur. Kendi iç dinamikleriyle gelişen üretim ilişkileri kendi doğası gereği kendi ulusal burjuvazisi ve buna bağlı olarak işçi sınıfını sağlıklı bir şekilde gelişmesinin zeminini doğurur. Bu sürecin ivmesinde işçi sınıfının kazanımlarıyla elde edilen mevziler üzerinde kurumsallaşan kapitalist toplum yapısında bir arada yaşama alanları olan burjuva demokrasisinin kurumsallaşmasını gerekli kılar. Bu yüzden güçler dengesi bu kurumların bir çeşit güvencesidir.

Bizim gibi III.Dünya ülkelerinde oturmamış demokrasi kültürü, sözde seçimlerle elde edilen gücün eklenmesi sonucu, doğası gereği güç zehirlenmesi dediğimiz kaygan zeminde diktatörlüğün inşası kaçınılmaz olur.

Tamda bu noktada seçimlerle iktidara gelen partinin gelişme evrimini burjuvazinin gericileşmesiyle gerici iktidar partisiyle uyum sağladığı oranında çıkarlarına sağlamlaştırma uğraşısına girer. Burjuvazi her zaman iki eğilimli bir karakter taşır. Çıkarlarını sosyal demokrasi eğilimli bir iklimden tesis edebiliyorsa burjuvaziden demokratı yoktur. Eğer çıkarlarını faşizm ve benzer diktatörlükten tesis edebileceğine inanmışsa tamda içinde bulunduğumuz durum gibi seçimle iş başına gelen (küresel güçlerle getirilen) AKP iktidarı gibi. Küresel güçlerden bahsettik, AKP küresel güçler olan ilk başta İngiliz ve ABD emperyalist güçlere bölgede çıkarlarının iyileştirilmesi konusunda çok ciddi güvenceler vererek desteğini almış olması belgelerle ispatlanmış durumdadır. Bu yüzden bunca yıldır Kemalist devlet yapısını işlevsiz kılana kadar görevini en iyi bir şekilde emperyalistlerin lehine yaptığı için 18 yıldır iktidarda diktatörlüğünü halkın aleyhine ama emperyalistlerle birlikte oligarşinin lehine en güzel hizmeti ifşaa etmektedir.

Eskiden burjuvalar emek hırsızlığı üzerine kurulmuş olan kendi hırsız düzenlerini yıkılması korkusuna neden olan en büyük tehlikeyi Komünist Partilerinin faaliyetlerinde görürlerdi. Bu korkunun tarihsel korku sendromları 1888 yıllarına kadar uzanan derin bir travmanın ürünü olduğunu Karl Markx ve Friedrich Engels’in tarihsel yapıtlarında görmekteyiz.

1888 yılında Samuel Moore’un Engels ile birlikte yaptığı İngilizce`ye çeviri, en çok kullanılan İngilizce baskısında; “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa’nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları.

Muhalifleri tarafından komünist olmakla suçlanmamış muhalefet partisi nerede vardır? Bu lekeleyici komünizm suçlamasını, daha ilerici muhalefet partilerine olduğu kadar, gerici hasımlarına karşı da gerisin geriye fırlatmamış muhalefet nerede vardır?

Bu olgudan iki şey çıkıyor:

I. Komünizmin kendisi, daha şimdiden, bütün Avrupa güçleri tarafından bir güç olarak tanınmıştır.

II. Komünistlerin açıkça, tüm dünyanın karşısında, görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini yayınlamalarının ve bu Komünizm Hayaleti masalına partinin kendi Manifestosu ile karşılık vermelerinin zamanı çoktan gelmiştir.

Bu amaçla, çeşitli milliyetlerden komünistler, Londra’da toplanmışlar ve İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Flemenk ve Danimarka dillerinde yayınlanmak üzere, aşağıdaki Manifestoyu kaleme almışlardır. ” (Komünist Manifesto) Kaynak

Sovyetler birliğinin yıkılmasıyla birlikte Karl Marks’ın dikkat çektiği hayalet adeta masum bir konuma dönüşmüş gibi ne bir polis operasyonu nede cadı avları şimdilik tarih olmuş gibi.

Her ne kadarda Komünizm heyulası egemen burjuvazi tarafından şimdilik Âsâr-ı Atika müzesine kaldırılmış gibi gözükse de moda trend sosyal medya tehlikesi hükümetlerin baş belası konumuna ulaşmıştır.

Devleti yöneten hükumetlerin nesnel tanımını yapmak için merceği elimize aldığımızda aslen burjuvaların kendi içlerinde kimi eğilimlerinin ağır basan temsilcileri olduğunu görürüz.

Kendi çıkarlarını koruyan bu temsilcilerinin seçimle iktidara getirilmesine kendi çıkarlarını parlamentoda halka karşı savunulma yöntemine meclis adı verilirken uygulamanın tümüne burjuva demokrasisi adını verebiliyoruz.

Bu bir anlamıyla burjuvazinin fütursuzca çıkarını korurken emekçilerin siyaseti önüne alabildiğince zorluk çıkarmak gibi asli görevi söz konusudur. Buna aşılması zor baraj sistemlerinden tutunda bir dizi sert önlemler sıralana bilinir.

Avrupa da yaşanılan gerçekliklerden birisi olan burjuva ‘demokrasisine’ rahmet okutan bir ‘demokrasi’ yöntemi, gelişmekte olan bizim gibi geri ülkelerin ‘demokrasisi’ ahlakı sıfırlığı noktasında kendi rüştünü çoktan ispatlamış durumdadır.

Bütün şatafatıyla sürdürülen seçim kampanyaları birbirlerine demedikleri sözleri bırakmayan bu burjuva partileri özünde bağımsız değildirler.

Perde arkasında sömürü cennetini yaşayan kapitalistlerin yani oligarşik yapının eğilimlerinin bire bir temsilci olan hükümetlerin kamuoyunda kopardıkları yaygara ve düzen / denetim, yeniden yapılanma, bakanlıkların oluşumu gibi vb. uygulamalarla hangi burjuvazinin eğilimini temsil ettiğini burjuvazinin çıkarlarını ne ölçüde koruyacağının taahhüttünü verdiğinin incelikleri esasında mevcut basın aracıyla kamuoyundan gizlenir.

Eskiden bu gerçekleri haykıran işçilerin emekçilerin hakkını arayan Komünist Partileri bu anlamıyla tehlikeli bulunurdu. Bu yüzden haklarında takip, yakalama, kovuşturma gibi bir dizi cadı avı sonucunda yargılama gibi, bir dizi işlemleri burjuvazinin kendi soygun düzeninin sürekliliğini sağlama konusunda tehlikeli gördüğü Komünist Partisinin militanları üzerinde kendi soluğunu enselerinde hissetmelerini sağlardı.

SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte şimdilik Komünizm heyulası eskisi gibi tehdit olarak algılanmasada, bu kez tehdit keskinleşmiş bir sınıf temelinde değil.

Hırsızlık ve yolsuzluğa karşı örgütlenme tarzı sosyal medyaya akışırken sosyal medya kendi kendine adeta bir misyon yüklenmiş gibi, özellikle gezi direnişi vb. örneklerde bildiğimiz gibi sosyal medya aktif olarak kullanılmıştır.

İktidarların hiç hazzetmediği sosyal medya Komünist Partilerinden daha tehlikeli bir belayı başlarına sarmış durumdadır.

Elbette sosyal medyanın komünist ideolojiyle donanmış sınıf denkleminde kendileri için tehlike arz eden salt hemojenik bir örgütlenmesi söz konusu olmasa da iktidarların yaptığı hırsızlık ve talan karşısında ciddi bir örgütlenmenin bir anda meydanları dolduran binlerce kişinin kimi zaman radikal kimi zaman barışçıl eylemleriyle kaos ve korku şeklinde nam salmış durumdadır.

Hükümet partileri aynı zamanda sosyal medyanın yükselen yıldızına karşı baş edebilmek, kafa karıştırmak gibi işlevleri bünyesinde taşıyan kendi trollerini kullanan yeni bir dönemin kapısı çoktan aralanmışa benziyor.  İktidar trollerin karşı propaganda ile göz boyamaya, hedef şaşırtma gibi bir çalışma prensibi içinde olmuş olsalarda kendi trollerinin sevk ve idaresi konusunda binlerce doları bu uğurda harcama yönüne gidilmiştir Her ne olursa olsun Ak Parti icraatlarıyla bilinen hükümete karşıtı sosyal medyanın yükselen yıldızı karşısında aciz kalmış durumdalar.

Ak Parti iktidarının yapmış olduğu hırsızlık, yağma, talan ve peşkeş çekme gibi yapılan her türlü haksızlıklar, aleni insan hakları, adam kayırma, yargının yandaşlaştırılması gibi bir dizi yaşanmışlıklar toplumda ciddi bir travmalara neden olmuştur.

Bu yüzden bireyin sesini duyurabileceği, kendini ifade edebileceği yegâne alan olarak gördüğü sosyal medya bireyin yapısal psikolojisinde olmazsa olmazı konumunda ciddi bir yer tutmaktadır. Bireyler kendi bireysel kimliklerini dünyaya açılan penceresiyle haykırabilme, bu uğurda sesini duyurabilme, öz güvenini kazanmış bulunmaktadır.

Hırsızlık yapan siyasiler bu durumdan hoşlanmasalar da internetin bireye sunduğu en güzel özgürlüklerden bir tanesidir.

Bu bağlamda bireyler mevcut durumun kıymetini bildiğini düşünüyorum.

Bu yüzdende ciddi bir sosyal medya bilincinin kazanıldığı gözlenmektedir.

Elbette bu gelişme karşısında hırsızlığa yolsuzluğa bulaşmış devleti soyan siyasiler tarafından bu durum kaygıyla izlenmektedir.

Her gün bu sosyal medya yüzünden iktidar partisinin nasıl bir karar alıp, nasıl davranacağı tahmin edilemesede, tanık olduğumuz gerçeklikler içinde, kendi saygısını çoktan zedelemiş olan cumhurbaşkanına hakaret edildiği gerekçesiyle karşı davalarının açıldığı haberleri matbuat basında sıklıkla yer almaktadır.

Bunun yanı sıra takip ve kovuşturma gibi birçok önlemler yine deccal gibi tehlikeli görünen sosyal medyaya yöneliktir.

Bu konuya ilişkin belirgin bir örnek vermemiz gerekirse: ”Hükümet: ‘sosyal medya takip birimi’ kurdu, 60 bin kişi izleniyor” haberi yeterli bir kaynak sayılabilir. Habere ulaşmak için burayı TIKLAYIN

Elbette 60.000 rakamı fena bir rakam değil bu bir bakıma korkunç bir rakam. Tespit edilenler bu kadarsa, ya tespit edilemeyenler? Hükümet aleyhtarı yüzbinlerce propagandacı elemanlar gibi bir şey bu…

Unutulmasın ki internet samanyolu galaksileri gibi milyarlarca yıldızı barındıran adeta bir âlemin kendisi gibidir.

Sosyal Medya algısına gelince; cumhurbaşkanı ve başbakanın kimi zaman dile getirdikleri sosyal medyayı neden sevmedikleri şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Sosyal Medyayı yalan haberlerin döndüğü nifak tohumlarının ekildiği bir yer olarak tanımlıyor olsalarda elbette bu sorunu böyle adlandırmaları çok normal. Hakkımızda ‘duyulmasını istemediğimiz doğru haberleri yayıyorlar’ diyecek halleri yok herhalde.

Gezi olaylarında gerekse Arap baharı olarak adlandırılan sosyal medyanın önlenemez yıldızı bir anda dünya geneline dalga dalga yayıldı.

Devletler ulusal matbuat diye bildiğimiz basın aracılığıyla benzer konuda isteseler de ‘hiçbir zaman muaffak olamayacakları’ etkili bir güçle karşı karşıya olduklarını kavramış oldular.

Hırsızlığın ve yolsuzluğun ayyuka çıkmış kimi III. Dünya ülkelerinde kurumlaşmış hanedanlıklarına veda edenler olsada, müzakere kandırmacılığı sayesinde iktidarını sağlamlaştıran Ak Parti hükümetine tarihsel açıdan altın tepsi içinde sunulan şansını bir kez daha tasdiklemek gerekir.

Kürt bileşenlerinin tarihsel momenti kaçırması politika bilememeleriyle tescillenirken, tarihsel açıdan Ak Parti iktidarına altın tepsi içinde sundukları şans, bu kez kaderin cilvesi dercesine, Kürdistan şehirlerinde taş üstünde taş koymayacak şeklinde bir çeşit müzakere meyvesi ‘eline sağlık ’lığı’ olarak anlaşılabilir.

Kürt bileşenlerinin acemi politikalarından sıyrılıp konumuz olan sosyal medyaya dönecek olursak, dürüst çalışmayan hükümetlerce sosyal medyanın sevilmesi tabiiki düşünülemez.

Sadece gelişmeler bununla bitse iyi Türkiye’nin gündeminde moda olan birde yayın yasağı söz konusu ki, bu yasak Ak Parti iktidarıyla Türkiye’nin gündemine kan emen bir kene gibi yapışmıştır.

Ona yasak, buna yasak, sahi vatandaş, doğru haberi, doğru bilgiye nereden alacak? Denilebilir ki vatandaşı ipleyen kim?

Hangi vasıfla oy aldıkları ortada iken vatandaşların haber alma özgürlüğünü elinden alma yetkisini kimden aldıklarını açıklama ihtiyacı bile duymayan bir zihniyetle yüz yüze kalınmaktadır.

Yasakçı Tiran anlayışı vatandaşı ister istemez bu noktada sosyal medyaya yöneltmesine neden olmaktadır.

Özgürlüklerin olmadığı Tiran cumhuriyetlerinde vatandaş kendi özgürlüklerini yaratır gerçekliği sanırım bu olsa gerek.

Öyle bir hal almıştır ki kimiz aman haberleşmeyi engellemek için çok kritik anlarda ülke genelinde internet erişiminin kapatılmasından tutunda internetin yavaşlatılması başvurulan yöntem halini almıştır.

İktidar bu türden uygulamaları bir çeşit çözüm sansada, elbette bunun çözüm olmadığını iktidar olarak bilmesi gerekiyor.

O halde korktukları nedir? Neden erişim engelleniyor?

Karşılarında vatandaşı düşman gibi görmelerinin bu türden bir davranış içine girmelerinin bir nedeni olmalı.

Vatandaşın lehine gerçekten bir hizmet sunulsa sanırım hükümetlerin ne korkuları olur nede erişim engellenir.

Demek ki ortada doğru gitmeyen bir şeyler var.

İktidarın savlarından yola çıkarsak; sosyal medyada yalan haber üretiliyorsa, yapmış olduğunuz hizmetler kendi vatandaşlarınızın lehine ise ‘yalan haberler’ yaşam içinde hayat bulmaz. Hiç kimse de bu türden yalan bir habere ilgi duymaz. Mademki bunlar yalan haberler, bu yalan haberin panzehri vatandaş lehine yapacakları politika ve iyileştirmeler olması gerekmiyor mu? (Bir hükümetin icraatı, sivrisineklerin oluştuğu bataklığın kurumasına neden olması gerekirken) tam tersine cahilce otokontrol sistemlerine sığınarak interneti kapatma gibi bir yöntem adeta mağara inanının tepkiselliğiyle ünlenmiş komikliğin psikolojisini sergilemektedirler.

Elbette bunun çözümü oy aldıkları vatandaşa karşı yabancılaşan bir politika yerine tam tersine vatandaşın ayrım gözetmeden lehine üretilen politikalar maalesef bizim ülkemizde çok uzak bir ütopya.

Ütopyanın tersine hırsızlık yağma ve talan, rüşvet gibi şeyler almış başını giderken her dakika çalma hırsının tavan yaptığı ruh hali gibi ulu büyük reisin İsviçre bankalarındaki gizli hesabında 200.000.000 $ gibi fena halde bir hırsızlığın paradigması uluslararası kamuoyunda almış başını giderken sosyal medya da bu türden yüzyılın müthiş talan ve hırsızlığına karşı gelişen misyonunu sanırım yok etmeyecektir.

Demek ki sosyal medyada dönen yalan haberin kaynağı haddinden fazla doğru. Bir şeyden bu kadar pimpirikleniyorlarsa, vatandaşın haberi olmasın diye, oldubittiye getirebilmek için gece yarıları torba kanunuyla kendi lehlerine yasalar çıkarıyorlarsa kim kimin menfaatini koruduğu, kimin neyi çaldığı çok açık ortada olduğunu düşünüyorum.

Bu yüzden doğabilecek infiallerin önüne geçilebilmesi ilk iş sosyal medya kullanıcılarının bir araya gelmemesi şeklinde toplu gösterilerin yaygınlaşmaması için erişim kapatma yöntemlerini denemek zorunda kalmaktadırlar.

Bireysel olarak yolsuzluk ve hırsızlıkları deşifre eden gönüllülere tek tek kovuşturmalar açılarak gözdağı vermek isteniyor olsa da bunun sonunun olmayacağı da açık bir gerçekliktir.

Hükümet tarafından aleni bir şekilde yapılanlar budur.

Utanmasalar sosyal medya kullanıcılarının tümünü vatan haini ilan edecekler.

Hırsızlar, devletin olanaklarını talan edenler, meclisi ihale rüşvet yuvasına çevirenler her zaman olduğu gibi tabiiki vatansever…

En büyük korkuları halk ayaklanmasıdır. Yaptıkları hırsızlığın, elde ettikleri yolsuzluklarla edinim yaptıkları koca bir servetin yok olmasının yanı sıra, sonlarının Kaddafi’nin linçi gibi, lüks ihtişamlı kaçak saraylarının yerle bir olmasından korkuyorlar.

Maalesef en büyük içlerine işlemiş korkularının birincisi budur, ikincisi ise yargılanmaktır.

Bu yüzden başkanlık sistemini ısrarla istemektedirler.

Kimsenin gıkı çıkmayacak şekilde daha çok soymak için başkanlık sistemi istenmektedir.

Kaçınılmaz sonu engellemek için toplumun yarısını polis ve özel güvenlik kurumunun eğitimine milyonlarca dolar akıtılmış olsada ne polis kurumu nede ordu halk ayaklanmasını doğacak iç savaşı engelleyebilecek konumda değildir. Yeter ki o aşamaya gelinmesin bunu burjuvazinin kendiside çok iyi biliyor.

BİLİŞİM TEKNOLİJİNİN GELİŞMİ MEDYA’NIN İKİNCİ HALİNİ YARATMIŞTIR

Düne kadar medya bir tane idi, medyanın verebileceği mesaj hükümetler açısından çok önemliydi, bu yüzden medyayı sevmedikleri gibi medyasızda yapamama gerçekliğiyle yüz yüze idiler.

Medyanın bu türden önemini pasifize etme konusu yandaş medya örgütlenmesiyle Ak Parti iktidarıyla gerçekleştirilmiştir.

Gazeteciler tutuklanmasıyla başlayan bu durum gazetecilerin ağır siyasal yaptırımlarla işinden atılmasından tutunda, işsizler ordusuna gazetecilerinde katılması Ak Parti iktidarıyla gerçek olmuştur.

Dünyada bir benzeri olmayan akıllara ziyan uygulama; gazeteciliğin terör örgütü üyesi vasfına büründürülmesi yine Ak Parti iktidarınca gerçekleştirilmiştir.

Diktatörlüğün bütün vasıflarını üzerinde taşıyan uygulamalarla, şiddetin kendisi olan devlet terörü, Ak Parti faşizmiyle inşa olunmuştur. İktidardan nemalanan iktidar yalakası havuz medyasının prim yaptığı kapı kulluğu gerçekliği günümüzün başlıca yadsınamaz reel gerçekliğidir.

Medya açısından kara bir tablo olan gazetecilerin tutuklu halidir.

Türkiye’de 150’ye yakın gazeteci cezaevindedir. Geçen yıl (2016), 800 gazetecinin basın kartı iptal edildiği gibi 173 medya kuruluşu da kapatılmış durumdadır.

Artık gelinen nokta gazetecilerin tutuklanması rutin bir olay olduğunu kaç gazetecinin tutuklu olduğu konusunda bir sayının verilemeyeceğini Adalet Bakanı açıklamış durumdadır. Bu konuya ilişkin kaynak TIKLAYIN

Burjuva demokrasisinin temsilcileri olan iktidar partisi ahlakı sıfır olan demokrasi geleneğinde yapılan hırsızlıklardan tutunda, hiçbir kural tanımadan fütursuzca yapılan talanın ahlaksızlığını dindar ahlaktan bahsedenlerin üstlenmiş olmaları düşündürücüdür. Hiçbir koşulda istifa etmeyen bir yüzsüzlüğün hayat bulmasına neden olmuşlardır. Bu yüzsüzlüğü bir madalyon gibi boynunda taşımaları sıkça bahsettikleri dindar ahlakın rüştünü ispatlamış olmaları ayrı bir ironinin kendisidir.

Geleceğin çok şeylere gebe olduğu Türkiye özgüllüğü, dinci faşizanları tarihin çöplüğüne göndereceği zaman dilimine gebeyken, aynı zamanda kaybettiği cennetinin hayalini kuran vesayetçi Kemalistlerden kurtulmuş bir Türkiye, fazlasıyla hak ettiği, onurlu, insan haklarından ödün vermeyen hak ettiği çağdaş bir demokrasiye bir gün mutlaka kavuşacaktır.

Ali Galip Sayılgan

Bu yazı GENEL kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.