
Eskiden tartışmalarda kültleşmiş olan bu sözcüğü sürekli tekrarlayan sık sık kurduğu cümlelerde bu sözcüğe bir şekilde gönderme yapan lafazanlarımız vardı elbette bu kavram dönemin şartlarına özgün belirli bir doğruluğa, belirli bir tutarlılığa sahip olsada dönemin özgün koşullarında yerini alan mazlum haklarda günümüzde değiştiğini mevcut çemberin dışına çıktığını görebiliriz. Zaten diyalektiğin birinci yasası değişim olduğuna göre şeyler aralıksız değişir ve gelişirler. Diyalektiğin ikinci yasası; ise karşılıklı etkidir. Her şey karşılıklı etki halindedir ve bu etki zaten değişimi doğuracağına göre geçmişte sık sık kurduğu cümlelerde bu sözcüğe yer veren lafazanlarımızda değişti. Gelinen noktada mazlum haklar kavramıyla tasvir ettiğimiz halklarında değişmediğini iddia etmek diyalektiğin yasalarını anlamamakla ilgilidir.
‘Mazlum halk’ esprisi daha çok güçsüz, sömürülen emperyalist amaç gütmeyen hegomanyacı militarist güç karşısında savunmasız kalan coğrafyaya özgü halklar, uluslar kimi azınlıklar kast edilmekteydi. Elbette bu coğrafyada bu türden azınlıklar yaşamış olsalarda kimi zaman egemen burjuvazinin toplumun lümpen kesimlerinin kışkırtmasıyla ulusal baskının bir yansıması olarak istenmeyen olaylar yaşanmıştır. Azınlıklar sorunu başka coğrafyalarda olduğu gibi bu coğrafyanın hediyesi deyip geçmek istiyorum lakin bu coğrafyaya bu hediyeyi kim verdi? Asıl sorulması gereken soruda bence bu olmalıdır.
Tarihsel açıdan emeğin emek olarak fark edildiğinde, emeğin sömürücülere doğru ‘görücüye çıkma’ süreci kadar eski olduğunu söylersek hatalı davranmamış oluruz. Emeğin alıcısı olan sömürücülerin sınıfsallaşmasıyla emeğini satmaya muhtaç bırakılan emek satıcılarının sınıfsallaşmasını ortaya çıkardı. İster buna senyörlerle serfler deyin isterseniz modern kapitalist toplumun burjuvazisi işçi sınıfı deyin sonuç itibariyle ipleri bir şekilde çoktan ele geçirmiş olan egemenlerin kendi iktidarını pekiştirmek için bulduğu yegâne formül olan ulus olma esprisidir.
Ulus olgusu ve ulusalcılık milli burjuvaziye verilen garantörlüğün gizlenmiş vitrinidir. Bu vitrinin içinde kimlik aidesinden tutunda vatan kavramına varana kadar sıradan bir insanın ilk bakışta anlayamayacağı gizli bir toplum sözleşmesi söz konusudur. Milliyetçilik kavramı bu sözleşmenin teminatıdır.
Vitrinde sunularak pazarlanan albenili vatan ve milliyetçilik olgusu hiçbir zaman kendi amacını ifşa etmez. Özünde koruma altına aldığı burjuvazinin sınırları çizilmiş olan ulusal çitler içinde garantörlüğü vardır bu vitrinde.
Konumuz elbette vatan ve milliyetçilik kavramları değil merak edenler bu konuyu işlemiş olduğum aşağıda vermiş olduğum konuya ilişik formülasyonlarıma bakabilirler. Bu konuya ‘’Vatan Nedir ve Kimindir’’ başlığıyla ele almıştım (*)
Birbirinden soyut olmayan konulara gönderme yapmış olsamda unutulmamalıdır ki, bu konular zincirin halkası gibi birbirine bağlıdır, nasıl halkasız zincir olmaz ise halksız, milliyetsiz, ulussuz ne bir vatan olabilir nede ezilen mazlum halk olabilir. Bunların her biri halkadır ve zincirin kendisidir.
Mazlum halk veya halklar konusuna dönecek olursak halk ve haklar, milliyetler, klan ve aşiretle, din ve dil vs. gibi ayrıştırmalardan beslenen sömürü aracının bir çeşit yansısından başka bir şey değildir. Sosyolojik açıdan kategorize edilerek ayrıştırtılmalar egemen burjuvazinin sorumluluğundadır. Denilebilir ki, bu farklılıklar tarih öncesi feodal dönem ve evresi gibi süreçlerde de vardı, elbette vardı, biz her sucu modern tekelci burjuvaziye yüklemiyoruz ki? Tarih sahnesinde yaşanmış o dönemin egemenlerinin devam temsiliyet yetisi olan geçmişten devraldığı statüyü oluşturduğu ve bugün işgal ettiği statü gereği kabaca modern tekelci burjuvaziden bahsediyoruz. Unutulmasın ki, tarih sahnesinde emeğin görücüye çıkarıldığı dönemlerinden bahsediyoruz, tarihsel açıdan bu kaosun baş sorumlusu bugünün egemenlerinden başkası değildir.
Mazlum halklar jargonu daha çok literatürümüze emperyalist saldırganlığın işgaliyle mağdur olan işgale uğrayan ülke hakları için kullanılarak dilimize yerleşmiş olsada kimi zaman bu jargon yerli yerine oturup oturmadığı şüpheye mahal vermektedir. O halde günümüzden örnekleyelim belki ne demek istediğimiz daha anlaşılır olur.
Yıllardır İsrail devletinin işgalci tavrı yüzünden devrimciler haksızlığa uğrayan mazlum halk olarak tanımladığımız Filistin halkıyla dayanışma içinde oldular. Hatta bu uğurda FKÖ saflarında İsrail’e karşı savaşan bu uğurda ölen Türkiyeli devrimciler oldu. Ulusal kimlik ve ulusal bilinç kendi burjuvazisinin yaratamamasıyla ilintili olduğunu sosyal pratik bu bağlamdaki argümanlarımı doğruladığı görülüyor. Ümmetçi gerici İslami Hamas örgütü Flitsin topraklarında örgütlenmeye başlamasıyla Filistin ulusalcılığı bir balon gibi sönerken Hamas çığ gibi kök salıp büyüdü. Gelinen noktada İsrail’de masum insanları katleden gerici dinci örgütün liderliğinde Filistin halkının haklı mücadelesi eksen kayarak savunulacak tarafı kalmamıştır.
Bir türlü uluslaşamayan gerici ümmetçilik karşısında yapay kalan Filistin milliyetçiliği uluscuklar adı altında suni bir görünüme bürünmüş durumdadır. Adı var ama kendisi yok, diyebileceğimiz bir ortamda İslamcı gerici Hamas örgütüyle Filistin topraklarını Hamas ile anmayı doğru bulmuyorum.
Gelinen noktada mazlum Filistin halkından bahsedebilmek kulağa hoş gelen bir hayaletten bahsetmek gibi bir şeye dönüşmüştür. Eisbergin diğer yüzüne baktığımızda İsrail bildiğimiz ulusal değerler taşıyan Filistinlilere değil ümmetçi Hamas gericiliğine saldırıyor. Eskiden Filistin olan coğrafik halk giderek erozyona uğrayarak gerici ümmetçi İslamcı Hamamcılığa dönüşmüş durumdadır. Mazlum Filistin halkı terimi artık siyasal İslamcıların ağızlarında sakız gibi çiğnenmeye başlayan ümmetin elemanlarıdır.
Türkiye’de cahil İslamcılar İsrail’e karşı yaptıkları protestolarda her defasında Filistin halkına destek veriyor görünümünü kullanıyor olsalarda, her halikülarda şark kurnazlığı yaptıklarını, bu bağlamda gönüllerinde yatan Hamascı dinci gericiliğe destek verdiklerini çok iyi biliyoruz.
Şimdi bu noktada sosyal pratikte geçmişin mazlum Filistin halkı ve örgütü gerici dinci Hamas örgütüyle el değiştirdiğine göre mazlum Filistin halkından bahsedebilmek abesle iştigal gibi bir şeydir. Mazlumluğunu ulusalcılığını ümmetçilikle yer değiştirirken kaybetmiş durumdadır. Bahsetsek bahsetsek, İslam gericiliğiyle özdeşleşmiş suçsuz insanları katleden saldırgan bir örgüt olan Hamascılıktan bahsedebiliriz.
Örnekler o kadar çok ki, bir örnek daha vererek konuyu toparlayayım. Değinmek istediğim son örneğe milliyetçi Kürt dostlarımız fena halde alınacaklar ama yapacak bir şey yok. Kürt dostlarımız alınacak diye gerçeği tersyüz etmekte olmaz. Evet, mazlumluk karinası Kürt halkı içinde geçerliydi, geçmişte sosyalistler olarak egemenlere karşı mazlum Kürt halkının mücadelesini destekler yanında durduğumuzu dile getirirdik. Artık böyle bir şeyden bahsetmek uzun gelen mızrağı göz göre göre çuvala sığdırmaya çalışmak eşyanın tabiatını ters yüz etmek gibi bir şey olduğunu görmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Kürt etnisitesine ait olup da Kürt milliyetçiliğinin dışında kalan enternasyonalist bir bakış açısını temsil edene ben rastlamadım. Kürt enternasyonalist sosyalistim diyende bile bilinçsiz tepkisel milliyetçilik tavan durumunda. Bence mahsuru yok Kürt milliyetçilikleri bol olsun lakin demem odur ki, bu eleştirilerime hazmedemeyip bilinçsiz kızgınlıklarını dile getireceklerini şimdiden görür gibiyim.
Nasıl Filistin ulusalcılığı Hamas gericiliğine dönüştü ise, gelinen noktada Kürt bileşenleri Amerikan işbirlikçiliğine savrulmuştur. Türk sosyalistleri Amerika ile iş tutan Kürt bileşenleriyle kendi arasında mesafe koyamamış olması aynı zamanda Türk sosyalistlerinin son yıllarda sırtlarında bir yumurta küfesi gibi taşıdıkları bir çeşit tavırsızlık sorunuyla yüz yüzeler.
SSCB döneminde her şey yolundaydı, Kürtlerin bileşenlerinin örgütleride Sovyetler Birliğiyle ile iyi ilişkiler içindeydi. SSCB dağılınca Kürtlerin bileşeni olan örgütte soldan devraldığı ilkelerini bir kenara bırakıp tarihsel açıdan düşman gördüğü Amerikan emperyalizmine karşı eksen kayması yaşaya başlamıştır. Kısa bir süre içinde işbirlikçilikte bir beis görmeyerek Amerika’yı keşfetmiş oldu! Oysa Kristof Kolomb 1492’de Amerika’yı çoktan keşfetmişti. Sanıyorum yeni sömürgecilik çağında yeniden Amerika’nın keşfi böyle oluyor.
Türk sosyalistleri mevcut sorunun kıyısından köşesinden geçmezken bu konuda sırtında taşıdıkları yumurta küfelerindeki yumurtaların selameti açısından gözlerini kapatmayı seçerken, tarihsel açıdan sınıfta kaldıklarını alenen ilan etmek bu satırlara nasip olmuştur dersek abartmış olmayacağız. Kürt bileşenlerinin Amerikan Emperyalistleriyle iş birliği yapıyor olmaları Türk sosyalistlerini pek ilgilendirmiyor olmalı ki, Kürt bileşenlerinin Amerikan emperyalizmiyle işbirlikçiliklerine karşı tek kelime eleştirisel cümle kuramıyor olmaları geldiğimiz noktayı bariz bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor.
Eskiden dilimizde pelesenk ettiğimiz mazlum halklardan bahsetmek artık tuhaf kaçıyor. Nasıl İslami ümmet gericiliği karşısında tutunamayan Filistin ulusalcılığından bahsedemiyorsak, Amerikan işbirlikçiliğiyle içselleşmiş bir önderlikle yürüyen Kürt halkının mazlum halklar kategorisinde değerlendirmek, hiçbir şey olmamış gibi destek vermek eşyanın kendi tabiatına aykırılıktır.