Kayseri Şeker Fabrikası ile Kırşehir şeker fabrikası sattılar bu hala sattırmayacağız diyor.
Sokağa inmekten ödü gibi korkan insanları Kürt-Türk şeklinde kendilerince mesafe bırakan, bir türlü amasız kucaklayamayan CHP ”yenikapı ruhu” için koştura koştura mutabakata giden tavır ve davranışlarıyla ünlüdür.
Adam sana inat çatır çatır satıyor sen hala sattırmam masalı okuyorsun, eylemini görelim boş laflarını değil.
CHP’nin son günlerdeki politikalarını mercek altına alın muhalefetmiş gibi gözüküp sarayın politikalarına hizmet eden onlarca tavır ve davranışlarını göreceksinizdir. Bu yüzden CHP’nin politikalarını kuramsal açıdan değerlendirdiğimde sarayın gizli bir işbirlikçisi olduğuna dair bir kanaati çoktan getirmiş durumdayım.
Haksızlık etmediğimi biliyorum bu doğrultuda ileri sürdüğüm kuramıma yeterli örnek verebilirim. Kaldı ki bu doğrultuda verebileceğim örneklerim bir sır değil, bu konuda ben defalarca yazıp çizdim bu konuyu bilen bilir.
Yukarıda da dedim sokağa inmekten ödü gibi korkan bu anlayış bir bok yapamaz. Neden korkuyor derseniz yanıtı şappadak vereyim.
Tayyip Erdoğan’ın kendilerini terörist ilan edeceğinden korkuyor!
Korkma La, toplumun yarısı zaten terörist ilan edildi (sana tanınan korku ayrıcalığı) seni işbirlikçiliğe götürüyor haberin yok.
Asıl teröristler iktidar ve sarayın kendisi olduğunu sağır sultan bile bilirken, işledikleri suçların haddinin bile hesabını sormada kafamız karışacak kadar çok iken, namlı teröristlerin sana terörist demeleri, senin için onur olmalıydı.
Ama ne yazık ki bu böyle olmuyor…
Teröristlikle yaftalanırım şeklinde ödün neye karıştığını herkes biliyor.
Adam sahte diplomayla Cumhurbaşkanı oluyor, kararlar alıyor imzalar atıyor.
Her aldığı karar her attığı imza yok hükmünde olması gerekirken hayati bir durum olan bu durumun üstüne bile gitme gereği duymuyorsun.
Adam sahte diploma eşliğinde saray yaptırıyor, kendini sarayda ağırlatıyor senin ruhun duymuyormuş gibi vaziyeti idare etme yolunu seçiyorsun. Bu fiili duruma bir dönem kaçak saray nakaratını tekrarlıyorsun sonra kaçağı yasallaştırıp ziyaretine gidiyorsun…
Hani kaçaktı?
Sormazlar mı adama neden yasallaştırsın, çıkarın ne idi de bu tavrından vaz geçtin?
17 Aralık yolsuzluk operasyonunda dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, iş adamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı.
Sahte diplomalı adam bunun hesabını soracaklarına dair aleni bir şekilde içinde taşıdığı ne kadar kin varsa kamuoyunun gözünün içine baka baka ağzından saçılan tükürükleriyle birlikte bütün kinini kusmuştu.
Sen terörist ilan edilmediğin için içinden şükran duyduğun saraydaki ZAT’ına minnet ederek bu durumu duymazdan geldin. Hatta saflığa bile vurdun.
Oysa Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi 17 Aralığın intikamını köklü bir şekilde alabilmek, kendisi için aşırı tehlikeli bulduğu muhalifini siyasal arenadan derdest edebilmek için başarısız bir darbe girişimi gerekiyordu örtülü ödenekten satın aldıkları 3-5 Fetö eğilimli kilit adamların yanı sıra, özel harp dairesi eşliğinde örgütlenen düzmece darbeyi Fetö üstüne yıkılması gerekiyordu.
Devlet içinde kurumsallaştırdığı azılı hasmını ancak böyle temizleyebilirdi.
Nitekim de bu böyle oldu….
Yurdun her tarafında camilerde sela verilme işini bile tek elden örgütlendiğini çözemedin, çözmüş isen de gözlerini kapadın.
Madem bu darbe senin muhterem ZAT’ın tarafından örgütlenilmedi yurdun her tarafında Camilerden Sela’lar nasıl verildi?
Politika yapıyorsun ama ney-ce politika yaptığını aslında sende bilmiyorsun. Efendim bu darbe ne imiş? Kontrollü darbe imiş….
Sarayda yaşayan ZAT’ına bu darbeyi bir türlü sen yaptırdın diyemedin. Asıl darbeyi yaptırana cepheden tavır bile alamadın. ZAT’ının ortaya attığı Fetö zokasını yutmuş gözükmem bu senin yumuşak karnın idi, tabii ki terörist ilan edilmekten çok iyi idi. Bu yüzden de koştura koştura yeni kapı ruhu için iş birliğine gittin.
Fetö zararsız mı idi? Tabii ki hayır, Fetö bu ülke için ne kadar zarlı ise, sarayda yaşayan diplomasız ZAT’ın o kadar zararlı.
Seçim hileleriyle başkanlığının zaferini ilan ettiğinde sokağa inemeyişinle fiili başkanlığın kurumsallaştırılmak istendiği bu süreçte senin basiretsizliğinden edilgen tavrından dolayı sokaktaki etkin muhalefete rahmet okuturcasına dolu dizgin 2019’da ki seçimlere dolu dizgin gidiyoruz.
Ülkenin kaynakları peşkeş çekilircesine tek tek satılarak yok edilirken ülke iflasın eşiğine gelmiş durumda. İş adamları sermayesini yurt dışına kaçırırken yargının bağımsızlığı sizlere ömür.
Bu ülkenin 2019’da başkanlık sistemi seçimiyle son bir kez cenaze namazı kılınacağının resmidir.
Toplumun yarısından fazlası terörist ilan edilmişken, gazetecilerin çoğunluğu teröristlik suçlamasıyla içeri atılırken, korkma LA o zaten terörist, El-Kaidenin İhvan grubundan işin garibi bunu yedi düvel biliyor sen hala kendini saflığa vurmayı neye borçlusun?
Her şey ayan beyan MAL gibi ortada iken, her şey ayan-beyan MAL gibi melül melül sana bakarken satılmış olan şeker fabrikalarını hala sattırmayacağım demen yok mu?
Saksının kafaya düşmesinde ortaya çıkan cazibe gibi deyim yerindeyse öldürüyorsun beni.
İnsanlığın başına bela olan Tanrı komedisi insanlığın kendi tarihinden beri adeta korku mimarı olarak insan benliğinde önemli bir yer tutmuştur. Tanrı komedisi yaşanan hakim kültürlere göre biçimsel şekil değişikliğine dönüşmüş olsada günümüze tek tanrılı göksel din şeklinde Tanrı benimsenme ihtiyacıyla yüz yüzedir.
Tamda bu nokta da Tanrının buna ihtiyacı mı var? Sorusu sorulabilir. Evet, gerçeklikle alakası olmayan Tanrının benimsenme gerçekliğine ihtiyacı var. Çünkü; Tanrı kavramı, insanların içselleştirmesiyle yaşamıştır. Hiçbir koşulda doğmamış bir çeşit ölü Tanrı, insanlığın onu içselleştirmesiyle güncelleştiğini bunu bilimsel olarak biliyoruz.
Konumuz insanlığın başına musallat edilen Tanrı yalanı olmadığı için Tanrının hiç bir şekilde bilimsel olmayan aklın cüruf duruşunu sonraki zaman dilimine bırakmayı uygun buluyorum.
Konu başlığımız bir şekilde dinsel motivasyona gönderme olunca gene de dinsel ögelerin kimi bileşenleriyle iç içe girmiş gibi gözüken günümüzün realitesini dinsel yalanlardan soyutlayarak anlatmak nasıl eksik kalırsa gerçeği uydurulan yalanlarla kıyaslayarak değerlendirmek bir bakıma zenginlik olacağını düşünüyorum. Madem ki böyle Zeus’la devam edelim.
Eski Yunan mitolojisinde Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için hazırlanan bir hediye ‘yi ele almak istiyorum…
Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip Pandora’yı eş olarak gönderir.
Epimetheus kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir.
Zeus, Pandora’ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış bir kutu hediye eder ama bu kutu asla açılmamalıdır.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kutuyu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar.
Ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki “umut“tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu.
Başka bir efsaneye göre de Pandora kutuyu açtığında dünyaya kötülük hakim olur ve Pandora kutuyu kapatırken de kutu Pandora’yı esir alır.
Eki Yunan mitolojisinin Pandoranın kutusunun hikayesi ana hatlarıyla böyle. Burada dikkatimizi çeken alçak Tanrılar hep insanlığın kötülüğünü düşünen insanları cezalandırmada bir otorite zavallılığını taşıyan psikolojisi bozuk tedaviye muhtaç bir beyinden çıktığı tartışma götürmez.
Bana göre din objesini ortaya atanlar ruh hastası kişilerden başkaları değildir. Kendilerini bulunmaz Hint kumaşı misali özellikler atfederek bozacının şahidi şıracı misali gibi uydurdukları Tanrılarının Peygamberi olmuşlardır.
Her dinin kendi hayal gücüne gönderme olan kötülüğe dair kendi mitolojileri olsa da din olmayan bazı toplumsal realitelerinde kötülüğü olduğunu belirtmeden geçemeyeceğiz. Dinler hayali kötülüklerle, hayali Tanrı korkularıyla prim yaparak, cemaat oluşturarak, insanların umutlarını sömürürler çevrelerine yaydıkları köhnemişliğin korkusuyla maddi çıkar elde ederler. Bu yüzden dünyanın en zengin sömürücü örgütleri Vatikan ve Diyanettir.
İşte bu yüzden Türkiye’nin başına musallat olan kötülüğün kutusu nasıl önem arz ettiğini bir kez daha altını çizerek işlemek istiyorum. Türkiye’nin pandorası olan kötülüğün kutusu ne olduğunu araştırmaya kalktığımızda ipucu bizi dosdoğru Amerikan emperyalizminin Marschal yardımına(1) götürür.
Türkiye’nin başına kötülüğün ilk temeli 1948 ile 1949 yıllarında 49 Milyon Dolar hibe ile atılmıştır. Marshalla birlikte gelen Özel Harp Dairesi veya hepimizin aşina olduğu Kontrgerilla, Türkiye’nin başına bela edilmiş en büyük kötülüklerin anasıdır Türkiyenin mitolojisinde Pandorasının kutusudur.
Marschall’ın gayri resmi çocuğu Türklere özel pandora kutusundan maalesef kontrgerilla (2) çıkmıştır.Kontrgerillanın izlediği stratejisiyle Türkiye’nin başına her dönem adeta bela olmuştur.
Bu güne kadar Türkiye’nin başına bütün belalar Marschall’ın gayri resmi çocuğu kontrgerilla tarafından tezgahlanmıştır ve hala da tezgahlanmaya da devam ediyor.
Hiçbir siyasi güç Marschall’ın zinası olan kontrgerillayı tepelemeye gücü yetmemiştir
Saray mahzenine faaliyet göstermekte beis görmeyen ”ne istediniz de vermedik”(!) diye sitem ettiği işbirlikçileri olan devletin paylaşımında yağma ortağı olan Fetöcülerin içinde sayılı bir grupla çoktan bir anlaşmaya varılmıştı bile.
Kontrgerillanın tezgahladığı bu kutsal ittifak aşağıda yer alan bu belge kendi içlerinde baş gösteren anlaşmazlıklarının ürünü olarak belgeleri İnternet’e sızdırılmıştır. Bu belgenin İnternet’e sızdırılmasıyla mahkeme kararıyla erişimi bile engellenmiştir.
Unutulmasın ki Fethullah Gülen Hareketi (FETÖ) Türkiye’nin pandorası olan kontrgerillanın bir birimidir. Tayyip Erdoğan’da bu birime dahildir. Tayyip Erdoğan’ın tahsil hayatından tutunda, askerlik hizmeti bile karanlık bir kutu içine sıkıştırılmıştır.
Askerlik yaptığı dönem işçi statüsünde olmasına karşın askerliğini yedek subay olarak yapmıştır. Bunu sıradan bir insanın yapabilmesi mümkün mü dür? Hakkında düzenlenen sahte üniversite diplomasıyla da siyasete atılmıştır. Sahte diplomayla referandum kanalıyla anayasayı değiştirterek hatta kendisine saray bile yaptırtarak kendisine önemli bir gücü sağlamış durumdadır.
Özüne bakarsanız devlet adına attığı her imza yok hükmündedir. Çünkü, saydığımız her şeyin kökeninde sahte diploma vardır. Bu yüzden yapılanların hiç biri yasallığa kavuşabilmesi asla mümkün değildir. Her şey / her şeyi gayri meşrudur.
Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen gibi Özel Harp Dairesinin adamıdır.
Özel Harp Dairesi tarafından sahte diplomayla Cumhurbaşkanlığına kadar getirilmiştir. Özüne bakarsanız devlet adına attığı her imza özünde yok hükmündedir.
Ama işin içinde Özel Harp Dairesi (Kontrgerilla) varsa bu kanunsuzluğa kimse sesini çıkaramamaktadır.
Geçerken şuna değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum: hep Fethullah Gülen’in devleti ele geçirdiği ileri sürülür, bu çok yanlış.
Fethullah Gülen komünizme karşı mücadele dernekleriyle başından beri zaten devletin içindedir güneydoğuda kontrgerilla faaliyetlerini PKK’ya karşı dini Nurcu örgütlenmesiyle bir çeşit stepne olarak faydalanılmıştır.
Sarayın mahzeninde yerleşip sevk ve idare eden Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan başkanlık sistemi diktatörlük özlemi çeken, her diktatör eğilimli kişinin olmazsa olmazlığı şeklinde bir ilgi odağıdır başkanlık sitemi.
Sadece ilgi odaklığı olarak sorunu geçiştirirsek eksik olur elbette bunun için kendince temellendirdiği gerekçeleri de vardır.
İşlediği suçlardan dolayı paçasını yargılanma korkusu saran Recep Tayyip Erdoğan, histerik bir tutkuyla başkanlığı istemesi bu bağlamda tarafımızca anlaşılır bir şeydir.
Çünkü bu onun son umududur.
Bu yüzden de Mit ve Özel Harp Dairesi tarafından organize edilen devlet içinde örgütlenen Fetö’nün ‘kimi imamları sayesinde’ bilinçli olarak başarısız darbe örgütlenildi. Bu konuya ilişkin erişimi engellenen kimi İnternet sitelerine servis edilen darbecilerin İsviçre bankasında açtırdıkları hesaplarına sarayın örtülü ödeneğinden ödenen paraların listesi .
Bu darbe başarısızlık üzerine örgütlenmişti. Başarısız darbe bahane edilerek başkanlık sistemi oldu bitti ye getirilmek için planlanan bir tezgahtı.
Bu tezgahı (mit ve özel harp dairesi ) aracılığıyla perde arkasından sevk ve idare eden, her gelişmesinden haberdar olan, saraydaki muktedirden başkası değildi.
Beklenen an gelip çatmıştı referandum gelip kapıya dayandığında YSK’nın basit bir katakulli ayak oyunuyla başkanlığı elde edebileceğini ana muhalefeti temsil eden teslimiyetçilikle korkaklığı seçtiği için sokağa bir türlü inmeyen CHP’nin aymazlığı yüzünden, muktedir; (aslına bakarsanız planladıkları darbeye bile ihtiyaç duymadan) bir oldu bittiye getirilen başkanlığı kolayca elde etmiş oldu. Ama gelecekteki doğabilecek çatlak seslerin bastırılabilmesi için OHAL ilan edilmesine gerekçe olabilecek bir ortam tabii ki başarısız bir darbenin kendisiydi. Cehennemin kapısını açacak olan darbe tiyatrosu CHP’nin işbirlikçi basiretsiz tavırlarıyla mümkün olmuştur.
SİHİRLİ DEĞNEK = DARBE
Darbe (gece ) 00:3 ‘de yapılsa darbecilere müdahale edecek gaza getirilmiş gerekirse bu uğurda ölecek saflama insanların temini zorlaşacaktı. Darbe tiyatrosu gerçekmiş gibi sahnelenmesi için darbeler tarihinde hiç rastlanmayan bir saat diliminin seçilmesi her açıdan işlerini kolaylaştırmıştır. Sergilenen darbe tiyatrosunda 104’ü darbe yanlısı asker olmak üzere 300’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir.
Şehit olarak paye verdikleri kişi sayısı 248 kişidir.
Bu darbe tiyatrosunu örgütleyen katiller, kullandıkları insanların hayatları üzerinden 15 Temmuzun bir destan olduğu yalanının propagandasına dört elle sarılmış durumdalar.
Böyle bir propagandaya sarılmak zorundalar çünkü tiyatroda verilen açıklardan tutunda meclis araştırma komisyonunu bile ret etmeleri aslında yaşadıkları paniğin göstergesidir. Bu yüzden destan yalanının propagandasıyla güneşi balçıkla sıvamak istemektedirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar balçığın arasından güneş ışığı sızmaya devam edecektir.
Darbe tiyatrosuna neden ihtiyaç duyulduğunun bir diğer insan haklarında önemli özgürlüklerin kısıtlanması oldu bittiye getirilen başkanlık sisteminin unutturulmasına yarayacaktı. Nitekim yaradı da.
Sarayın sihirli değneği olan darbe ile oldu bittiye getirilen bir sistem değişikliği olan başkanlığın katakullisini unutturan elinde tuttuğu sihirli değnek sayesinde olmuştur. Balık hafızalı ana muhalefet partisi bile bu zokayı yutmuş durumda.
Mesela devlet olanaklarını birlikte paylaşan Fetö ve AKP, birlikte orduya kumpas kurup uyduruk bir ergenekon tiyatrosu sergilediğinde özellikle soka inmede imtina eden çelişkiler yumağı CHP, mit tırlarıyla ilgili sorumlu tutulan milletvekilinin tutuklanmasıyla ”adalet” yürüyüşü yapması, gerilmiş olan toplumun belirli kesiminin geçici olarak gazını almaktan başka bir şey değildir.
Gazete Vatan’ın haberine göre ”Darbeci hainlere maaş ve ikramiye”(3) başlığıyla duyurdu haberde darbecileri hain ilan ediyor neden hain ilan ettiğini eminim ki kendisi de bilmiyor. Tayyip Erdoğan başarısız darbe girişimcilerini ”hain”(!) ilan ediyorsa biz biliriz ki darbeci askerlerle Marschall’ın Türkiye pandora kutusu olan Özel Harp Dairesi ile arasında önceden vardıkları mutabakat sonucu sahneledikleri yüzyılın tiyatrosunda rolü gereği tiyatro oyuncularını hain ilan ediyor. Çünkü bu tiyatroda görev alan başarısız darbeci yüksek rütbeli generallerinin İsviçre gizli hesaplarına örtülü ödenekten saray çıkışlı ödeme bile yapılmıştı. Servis edilen mevcut haber görselinden de anlaşılacağı gibi ayrıntıları yukarıda kaynağını verdiğimiz linktedir.
Türkiye’yi bu hale getiren suç ortakları devlet kademesinde kendilerini ağırlatırken, saraylarda hizmet verdirilirken modern dünyadan hızla uzaklaştırılan Türkiye’nin başına daha çok çorap örüleceğe benziyor.
Kafası zerre kadar çalışmayan basiretsiz insanların siyaset sahnesinde prim yaptıkları sürece bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiye hep hasret kalacaktır.
Marschall’ın zinası namı diğer pandora kutusu olan kontrgerilla yerleştiği sevk ve idare ediliş şekliyle sarayın mahsenidir. Sarayın mahseninden tutunda kozmik odaya varana kadar halkın aleyhine dönen dolapların bilgileri buralarda muhafaza edildiği sürece kötülüklerin anası olan pandora bela ve kötülüğü Demokles’in kılıcı gibi başımızın üstünde hep sallanacaktır. Marschall’ın zinası pandoranın kutusu malumumuz olan kontrgerilla var olduğu sürece herkesin hayatı pamuk ipliğine bağlı olduğu gibi Osmanlının pislik kokan saray entrikaları asla bitmeyecektir.
[Bu başlığa dair kısa bir not: Bu yazımı her ne kadarda 2016 yılında kaleme almış olsamda yazı aralığına İsviçreli tarihçi Daniele Ganser’in çok önceleri bu konuya ilişkin çıkarmış olduğu kitap kapağını referans olması açısından birde yine bu konuya ilişkin (alt yazısı Türkçe olan) video’sunu güncellik arz ettiği için yazımın içeriğine eklemiş oldum.]
Uzun ismi Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü olarak bilinen daha çok dilimize kısa ismiyle popüler olan Nato 4 Nisan 1949’da 12 ülke tarafından Kuzey Atlantik Antlaşması’na dayanarak herhangi bir saldırıya karşı uluslararası askeri ittifak amacıyla kurulmuş oldu.
Konumuz burada ne kendi egemenlik hakları ve nükleer başlıkların konuşlandırması konusunda anlaşmazlığa düşerek Nato’dan ayrılan Fransa’nın bir süre sonra yeniden Nato ya katılması gibi Nato’nun inişli çıkışlı küçülmeli büyümeli tarihini incelemek değil elbette.
Varşova Paktı’nın dağılmasıyla genişleyen Nato’nun asıl itibariyle neye hizmet ettiğidir asıl konumuz. Sözlüksel ve tarihsel Nato kronolojisini öğrenmek isteyen her kes internetten yeterince kaynak bulabileceğini biliyoruz.
Değinmek istediğimiz asıl konu resmi yayınların değinmediği talan savaşının iç yüzüdür. Farklı pencereden farklı bakış açısıdır. Nato’nun çıkarları uğruna insan hayatının her hangi bir değeri olmadığını anlatabilmektir mesele. Nato’nun dünya konjonktüründe nasıl bir cinayet örgütü gibi çalıştığını detaylandırabilmektir.
Her şey bu cinayet şebekesinin çıkarlarına hizmet ettiği oranında o devletin yönetimine bağlı insanlar insan olarak varlığını sürdürdüğünü bilmemiz gerekiyor.
Zira yaşamak için ille de her türlü dönen dolabı bilmek gerekmiyor. Doğada insan harici canlılarda birçok şeyi bilmeden yaşıyor. Birçok insan, kurulu dengeler nezdinde bunu bilmeden yaşayabilir bu noktada sürdürülen talan savaşında bir sorun görmeyebilir bu insanın politik ve apolitik yapısıyla ilgili bir olaydır. Bu yüzden konumuz resmi yalanları pazarlamak değil, tam tersine gerçekliği bilmeyenlere anlatmaktır.
Eğer insan doğadaki yaşayan diğer canlılar gibi yaşıyor, hayat pahalılığı ve zamlarla boğuşup sorunsuz yaşadığını sanıyorsa elbetteki aldanıyor. Nato şemsiyesi altında yaşarken dönen dolaplardan habersiz tılsımlı kelime olan ‘müttefiklik’ adı altında habersizce Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettirilir.
Unutulmamalıdır ki, görüngüde sözde bağımsızlık, gerçek bağımsızlık değildir. Emperyalizme göbekten bağımlılık bağımsızlığa veda eden bağımsızlığın aslında bu ölüm senfonisidir.
Çağımız emperyalistlerinin dayatmalı sistemi günümüz dünya düzeninde ciddi bir tehlikenin kendisidir çünkü tam bağımsız bir ülke olmanız için gelişmiş kapitalist emperyalist bir ülke olmanız gerekiyor.
Bağımsızlık teknoloji ve askeri güçle sağlanan bir sistemin üst aşamasıdır.
Yıllar önce İsviçreli tarihçi Daniele Ganser, çıkarmış olduğu bu kitabında Nato’nun nasıl illegal, nasıl acımasız terör örgütü olduğunu detaylıca anlatmıştı.
Nato cinayet örgütü karşısında kamplaşan iki dünya kutbu, Sosyalist ve Kapitalist olarak ikiye ayrılmışlardı. Dünkü adıyla bildiğimiz Varşova Paktı,Nato karşısında böyle bir gücün dengesini oluşturmuştu. Bu gün ise çoktan dağılmış olan bu paktın üyelerinin çoğu bu gün, Nato’ya iltihak etmiş durumdadır.
Görsel olarak hazırladığı video konferansı Türkçe alt yazılı olarak düzenlenmiş.
Bugün hala atom silahlarını ellerinde bulunduran Rusya ve Çin eskisi gibi bir dengenin önemli muhataplarındandır. Geçmişte olduğu gibi Nato bu iki ülkeden hep çekinmiştir gelecekte de hep çekinecektir.
Nato karşıtı bu iki ülkenin kurduğu doğal denge yüzünden paylaşım savaşı dediğimiz dünya savaşları eskisi gibi sıkça tekrarı olmadı ve olmayacak gibi. Çünkü bu kez III. Paylaşım savaşı, I. ve II. Paylaşım savaşları gibi klasik bir savaşın olmayacağını herkes bilmektedir. İnsanlığın tamamen yok olduğu kazananın olmadığı anlamsız deli saçması bir savaş olacaktır.
III. Paylaşım savaşının adı bir çeşit atom bombalarının yarıştığı bir savaşı olacağından dolayı ne yazık ki geride arzuladıkları pazar yerine, radyasyondan ölümden başka paylaşacakları bir ‘değer’(!) kalmayacaktır.
Radyasyon = Ölüm!
Kapitalizmin yaşadığı derin krize rağmen böylesi bir paylaşım savaşını asla göze alamayan Nato terör örgütü, Arap baharından tutunda IŞİD’in yaratılması konusunda, İŞİD’e lojistik destek verilmesi gibi zorunlu aktivasyon ülkeleri olan Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi ülkeler, bir çeşit enstrümantel içerikli Lojistik Maşa pozisyonlu bir göreve tabi tutulmuşlardır. Görev bağlılığındaki tek aidiyetleri Büyük Ortadoğu Projesi diye bilinen BOP ’a hizmet etmektir.
Işid aracılığıyla ulusal sınırların yeniden değişmesi plan dâhilinde kusursuz yürütülürken el altından desteklenen Işid ile de sözde savaşıyormuş gibi Hollywood senaryolarına taş çıkarılırcasına bu rol en iyi bir şekilde icra edilmeye başlandı. Türkiye’nin Işit’i yaptığı petrol kaçakçılığını Nato, kendi uyduları aracılığıyla bütün gelişmeleri yıllardır an ve an takip ederken doğan aksaklıkları düzelterek sevk ve idare etmiştir.
Ne zaman ikili antlaşmaları gereği Suriye kendi topraklarına Rusya yı davet etti işte o zaman Nato terör örgütünün planları bozuldu. Rusya’nın Türkiye’ye petrol sevkiyatı yapan Işid tankerlerini vurmasıyla büyü bozuldu. Rusya’nın bu eylemiyle birlikte Nato ve Amerikanın gerçek yüzü bir şekilde ortaya çıkmasına neden oldu. Işid ’in yenilgisiz zafer ve başarısının ardındaki tılsımda böylece belgelenmiş oldu.
Planları bozulan Nato bu kez Rus savaş uçağını Türkiye’ye düşürtürdü. Bir şekliye Rusya fazla ileri gitme mesajını vermiş oldu.
Gerek Nato gerekse Erdoğan sunulan aleni delillere karşısında her ne kadarda itiraz eder gibi bir tavır geliştirmeye kalksalar da davranışlarının kökenlerinde süt dökmüş kedinin suçluluğuyla derin bir sessizliğe bürünmüşlerdir.
Yurt içinde kendi hakkında suçüstü belge ve dinlemelere montaj argümanını geliştiren Erdoğan, Rusya’nın uydu görüntülerine karşı montaj ve paralel örgütün bir oyunu olduğunu neden iddia etmediği hala merak konusu!
Zırt pırt her konuda nutuk atan Tayyip Erdoğan bile, usta ağabey Nato tarafından, atalet içinde kuzuların sessizliğini oynamasının tavsiyesine uymak zorunda kalmıştır.
Elbette böylesi bir planla barbarca kafa kesen katliamların sorumlusu olmak Hitlerin pozisyonuna düşmekten farklı bir şey değildir.
Işid mevzilerini bombalıyorum diye uçak kaldıran Türkiye, Kürt mevzilerini bombalayıp Işid’i bombaladım yalan propagandasıyla politika yapmaya ihtiyaç duymuştur.
Işid barbarlığını besleyenler onunla savaşıyormuş senaryosunu uygulayanların başında Amerika / Nato diğer adıyla Koalisyon Güçleri, yaptığı şeyler Türkiye den farklı değildir!
Kısacası her ikisi de aynı politikayı icra ediyorlar… Işid hedeflerini bombalama yok etme gibi yalan propaganda havada uçuşmaktadır.
Yaptıkları hokkabazlığın bilinmediği sanılsa da, dünya kamuoyunda bu hokkabazlığı daha bir süre uygulama niyetindeler.
Burada asıl görev Rusya ya düşmektedir dünya kamuoyuna ısrarla bu hokkabazlığı teşhir etmeye yönelmelidir.
Amerikan emperyalizmi ve NATO’nun, Nato üyesi Türkiye, Katar, Suudi üyeleriyle el atından savaşın örgütlenip hayata geçirilmesi planı şimdilik başarıyla sürdürmüş durumdadırlar.
İNSANLIĞA KARŞI SUÇ İŞLEYEN BU ÇETE, NATO’YA BAĞLI TÜM ÜLKELERİ SUÇA ORTAKLIK YAPTIRIYOR
Böyle bir terörist örgüte hala masum ülkeler neden üye olur? , diye, bir soru sormak gerekirse, sanırım cevabımız; hayali düşmanlara karşı korunma içgüdüsünün yanı sıra ayakta kalma diyebiliriz buna.
Bu duruma göre uluslararası terörizmle işbirliği demek, terörizme hizmet emek demektir. Bir diğer adıyla terörist olmak ya da kan kaybeden terörizmi kan serumuyla beslemek demektir.
Ama gelin görün ki gelişmiş emperyalist kimi ülkeler öncülüğünde bu terörist örgütlenmenin koruma şemsiyesi altına girilmesiyle beynelmilel bu terörist örgütün yasallaştırmasına neden olurlar.
Bu amaca hizmet eden bilgi dahilinde olan onlarca ülkeler vardır.
Bu ülkelerin içinde en namlısı Türkiye’dir. Çünkü hiçbir ülke kendi savaşı olmayan deniz aşırı bir ülkeye asker göndermemiştir. Amerikan müttefikliğinin yansıması olan Amerikan yardımları sebebiyle Türkiye Nato konsepti doğrultusunda Kore’ye asker gönderip kendi askerini kırdırmıştır.
Hepimizin bildiği gibi dünün hayali düşmanı, SSCB ile başlayan popüler kavram Komünizm idi.
Komünizm hayaletinin heyulası karabasanla karışık korkulu rüyası ilk defa işe yaramıştı.
Komünizme atfedilen korkunç bir hayaletin heyulası kendilerine rahat bir uyku vermediği ayrı bir gerçekliktir. Komünizm hayaletinin heyulası öyle bir korku olmalı ki, komünizme karşı beslenen düşmanlık kısa sürede işe yarayıp, Nato terör örgütü, batı ülkelerinde bir hayli üye bulup güçlenmesine neden oldu.
Emperyalist ülkelerin yoğun propagandası sonucunda sosyalizmle komünizm kavramları iç içe geçirilip aynılaştırılmıştır. Komünizm yeryüzü ölçeğinde hiçbir zaman yaşanmadığı gibi sadece bir teoriden başka bir şey değildir.
Yeryüzü ölçeğinde sadece sosyalizm denemesinin yıkılmasını korkulu rüyaları olan komünizm heyulasının psikolojisini yenmek için sosyalizm denemesini komünizme mal ederek kapitalizmin başarısı olarak bir propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır.
Ama gerçek maalesef böyle değil. Hırsız kapitalizm var olduğu sürece komünizmin heyulası her zaman kapitalistlerin korkulu rüyası olmaya devam edecektir.
SSCB’nin ağır hantal yürümeye çalışan bürokratik devlet mekanizmasının tıkanmasıyla tarihinin bir döngüsünde Gorbaçov’un Glasnost politikasıyla komünist yaftasından kurtulmak istedi. Ben bu oyunda yokum diyen SSCB, bir gecede dağılarak kapitalizme döndü.
Nato’nun yarattığı komünizm heyulası olan kof olan argümanını bir bakıma bir anda tepe taklak oldu.
Nato terör örgütü milyonlarca dolar harcanacak olan bu projenin örgütlenmesini ülkelerin kendi halkına ait gayri safi milli gelir(GSMG) bile peşkeş çekilmiştir. Bu harcama örtülü ödenek adı altında her devrin başbakanı tarafından beslenmiştir. Devlet içinde devlet olan illegal yapılanma sözde komünizme karşı savaşacak bir birim yer altı terör örgütü Glatyo adı altında Avrupa ülkelerinde faaliyet gösterirken bizde de Özel Harp Dairesiismiyle hayata geçirilmiştir.
Türkiye de de Özel Harp Dairesi adı altında olsa da daha çok halk arasında ‘Kontrgerilla’ olarak tanınmaktadır. Türkiye de bu terör örgütü hala ortadan kaldırılmış değildir. Türkiye de sayısız siyasi cinayetlere bulaşan 1-Mayıs katliamına varana kadar, Zeki Erginbay’ın İstanbul İnşaat Mühendisler Odasından kaçırılıp günlerce süren işkence ile katledilmesinde Özel Harp Dairesi / ‘Kontrgerilla’ olarak, birçok terörist eylemlere imzasını atmıştır.
Nato’nun gizli cinayet örgütü Gladyo İtalya gibi ülkelerde bombalamadan tutunda Politikacılara karşı cinayet ve suikastlara varana kadar bir dizi terör faaliyetlerinde etken bir organizasyon olmuştur.
Bu anlamıyla Nato’ya üye her ülke aslında bir biçimde terörizme hizmet eder, terörizmin kendisidir. Nato’ya bağlı her ülke Gladyo suyla Özel Harp Dairesiyle terörizme iç içe yaşar. Avrupa da lav edilerek kapatıldığı söylenen Gladyo Türkiye’ye de örgütlü varlığını sürdürmektedir. Özal’a silahlı suikast bile bu örgüt tarafından yapılmıştır. Nato’nun illegal çetesi olan bu terörist örgüt, Özal’ın zehirlenerek öldürülmesi gibi iddialarla yüz yüzedir.
Devlet tarafından sağlanan örtülü ödenek yöntemiyle beslenen bu illegal örgütlenmeye ait yer altı cephaneliklerinden tutunda yer altı işkence haneleriyle boğazına kadar lağım çukuruna batmış devlet terörizm kokar.
Parlamentarizmin içinde yer alan irili ufaklı partilerle birlikte oynanan bu oyunda, mide bulandırıcı iğrenç kokuyu demokrasicilik parfümüyle gidermeye çalışılır.
Devlet içinde devlet olma halleriyle cinayet şebekesi olan Nato kanalizasyonundan mide bulandırıcı o iğrenç koku her ülkenin parlamentosunda adeta baş belasıdır.
İtalya’da Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülme olayına kadar sızan Gladyo ilginç bir performans sergilemiştir. Kaçırılma sırasında İtalyan hükümetinin danışmanı olan, Kızıl Tugaylara karşı mücadelede hükümete yol gösteren ABD’li terörizm uzmanı Steve Pieczenik’in 2001 yılında bir belgeselciye verdiği ifade de oldukça dikkate değer:
“Moro ölmek zorundaydı. ABD hükümetinin bir müsteşar yardımcısı ve İtalya içişleri bakanının özel danışmanı olarak benim işim onun hayatını kurtarmak değildi. Benim işim, İtalya’yı istikrarlı hale getirmek, Hıristiyan Demokrat Parti’nin iflas etmesini önlemek ve böylelikle Komünistlerin iktidara gelmesinin önüne geçmekti. Moro’nun kaçırılmasında Kızıl Tugayların kullanıldığını düşünüyorum…” diyerek ilgin bir konuya ışık tutmuştur.
Komünizm heyulasının korkusu bir atımlık barut edasında etki gücü çoktan bitmiş olsada cinayet örgütü Nato, yine varlığını sürdürüyor. Bu kez uluslararası arenada ülkelerin yeniden dizayn edilmesi stratejisiyle iç içe durumda.
NATO NEZDİNDE KOALİSYON GÜÇLERİ IŞİD TERÖRÜ İLE SÖZDE SAVAŞIYOR…
Amerikanın taşeron örgütü olan IŞİD ile (sözde kendisi savaşıyormuş imajını vermesi) YPG üzerinden sistematik bir algı operasyonuna gereksinim duyduğunu ortaya koymaktadır. Orta doğuda kimi ülkelerin yeniden dizayn edilmesi için kendi kurmuş olduğu bir örgütle direk cepheden savaşması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu yüzden de YPG enstrümanını kullanmaktadır. IŞİD terörizmini nasıl sonlatacağını ilerleyen yıllarda hep birlikte göreceğiz.
IŞİD Terörizmini bizzat Nato, ulusal sınırların değişmesi konumunda kendi uzun vadeli çıkarları doğrultusunda görüngüde savaşır gözüküpözde koruyup kollamaktadır.
Suriye ve Irak’da el altından Nato’nun kışkırtılmasıyla Ortadoğu Haritası yeniden çizilmek isteniyor olması, Suriye’nin Rusya ile ikili anlaşması gereği Rusya’yı davet etmesiyle Nato’ya ait uzun vadeli planların nasıl bozulduğunun gerçekliği bu gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır.
Dakka bir, gol bir! , der gibi, kaçak petrol hırsızlığının yansıması Rusya ya ait bir savaş uçağının düşürülmesine neden olmuştur. Türkiye’nin bu bölgede BOP’un eş başkanı gibi görüngü aktörlüğünün bir anda figüranlaşmasına neden olmuştur.
Trajik komik bu durumun Nato gözleminde geliştiğini açıklarken, IŞİD terörüyle Nato in direk işbirliğini kanıtlamış olmaktadır. Uydu görüntüleriyle santim santim kayıt altına alan Rusya bu gelişmeyi dünya kamuoyuna konferans düzenleyerek teşhir etmiştir.
IŞİD terör örgütünün binlerce kilometrelik tanker konvoyunu Nato’ya bağlı koalisyon güçlerin uydudan görüp ses çıkarmaması işbirliğini belirler. Dağa taşa boş arazilere bomba bırakıp gelen koalisyon güçleri IŞİD mevzilerini her ne kadarda bombaladıklarını iddia etmiş olsalar da burunlarının ucunda cereyan eden (sevk ve idare ettikleri) tanker konvoyuna gözlerini kapamaları terör örgütü Nato yu suçüstü yakalanmasına neden olmuştur. Ayrıntılarına buradan ulaşabilirsiniz. TIKLAYIN
Elbette Nato’nun icraatları bunlarla bitmez. Biraz geriye döndüğümüzde karşımıza birçok ayrıntı çıkar. Mesela Amerikan ticaret merkezi olan ikiz kulelerine uçak çarpmasıyla gündeme gelen terör saldırısı, Amerikan Nato tabanlı Gladyo ’nun örgütlediği bir terör eylemidir.
Afganistan’ın işgali bahanesi için uygulamaya konulmuş bir terör stratejisidir.
Terör stratejisinin hayata uygulanış sekli Afganistan işgalinin başarısını ortaya çıkarmıştır.
Asal olarak Amerikan ve İngiliz emperyalizmine hizmet eden Nato terör örgütü, dünyayı ultra kapitalist / emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edilmesidir.
Arap baharı kaosuda bunlardan bir tanesidir.
Irak ve Libya’nın trajik durumu söylemimize uygun önemli örneklerden birisidir.
Son olarak da Suriye’nin Irak ve Libya gibi bir anda ‘kolay yutulur bir lokma ‘olmadığını görülmesiyle bir bakıma planlarının bozulduğu bir dönemi yaşıyoruz. Suudi, Katar, Türkiye gibi maşa terör ülkeleri yöneten stratejik olarak sevk ve idare eden (geri plan sorumluluğunda)yöneten Amerikan emperyalizmi ve Nato olmuştur.
Suriye’nin talanı konusunda Rusya’nın ikili anlaşmaları gereği Suriye’nin arkasında dik durması Amerikan emperyalizmi ve Nato’nun bir bakıma sert bir kayaya çarptığını az çok siyaseti yakından gözlemleyenlerin bilgisinin yan sıra bir bakıma planları alt üst olmuş durumdadır.
Yeni strateji arayışlarıyla ortaya çıkan uzlaşma yeni bir stratejiyi şimdiden ortaya çıkarmış durumdadır. Savaşan muhalif çetelerle anlaşma imzalanması gibi gelişmeler farklı bir mecraya doğru gidişi işaret etmektedir.
Mesela Amerikan emperyalizminin Irak işgalini oluşturan temel gerekçe nükleer silah malzemelerinin varlığı savı idi. Grafiğimizde gözüken yıllara göre Nato terörizminin kurbanlarının yıllara göre dağılımı gözükmektedir (1)
Irak işgaliyle birlikte görüldü ki, öne sürdükleri argüman koca bir yalandan ibaret…
Bu yalanın hesabını hiç kimse sormaya cüret dahi edemedi mahvolan Irak, kendi kaderiyle baş başa kaldı.
Libya derseniz ha keza, anlatmaya bile gerek yok, detayları hepimizin malumu…
Mesela Bosna savaşı sırasında BM’nin sivilleri korumak için aldığı uçuşa yasak bölge kararının Sırplar tarafından tam 462 kez ihlal edilmesine rağmen NATO uçaklarının Belgrad yönetimini bombalamasına 5 yıl boyunca karşı çıkan Fransa, Libya konusunda ise çok hevesli davranmıştı.
Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, müdahale kararının alınmasında iki gün sonra apar topar Paris’te düzenlediği konferans sırasında savaş uçaklarını kaldırarak Muammer Kaddafi’ye bağlı güçlerin üzerine bomba yağdırmaya başlamıştı.
19 Mart’ta bombalama sırasında yaptığı açıklamada, “Libya’da kendi halkını öldüren Cani deliyi durdurmak bizim görevimiz” diyen Sarkozy’nin bu tarihten iki hafta sonra da Libyalı muhaliflerle ülkenin petrol rezervlerinin yüzde 35’inin Fransa’ya verilmesi konusunda gizlice anlaştığı ortaya çıktı.
Bu emperyalist talanda, Fransa 1 koydu, 3 bin 860 aldı!
6 milyon nüfusu olan Libya’nın 44 milyar varil petrol rezervi bulunuyor.
Dünyada en çok petrol rezervine sahip 10’uncu ülke olan Libya’da tüm petrol anlaşmaları Kaddafi ve ailesi tarafından yürütülüyordu.
Libya’ya yönelik hava saldırısı için 359 milyon dolar harcayan Fransa yaptığı bu gizli anlaşma sayesinde 1 trilyon 386 milyar dolar değerindeki 15,4 milyar varil petrolü işleme hakkına sahip olacak.
Görüldüğü gibi NATO özgülünde çıkarların yeniden düzenlenmesi NATO terörizminin yanı sıra NATO’ya bağlı emperyalist terörist konumundan soyut değildirler. NATO terörizminin üyesi olan onlarca ülke, bu kirli savaşta bizzat kendini sorgulamalıdır. Bu cinayet örgütü uluslararası terörizmin ailesine akraba olmaktan vicdani ölçüleriyle yüzleşmelidir.
Üye ülkeler Nato terörizmine kan taşımaktadır binlerce onbinlerce masum insanın ölümünden sorumludurlar.
Türkiye’de maalesef bu terör örgütüne üye olan ülkelerden bir tanesidir. Türkiye, şemsiye örgüt olan NATO’ya diğer ülkeler gibi üye oluşuyla emperyalist teröre bir şekliyle can vermiş konumundadır. Kendi savaşı olmayan Kore’de onlarca masum Korelinin ölümüne neden oldukları gibi onlarca Mehmetçiğin ölümüne neden olunmuştur.
Terör örgütüne üyelik müttefik olarak adlandırılması halkın mevcut gerçekler karşısında gözü boyanmıştır.
MİLYONLARCA MASUM İNSANIN YOK EDİLMESİ RUH SAĞLIĞININ YERİNDE OLMADIĞINI AÇIĞA ÇIKARIR
Son günlerde bu cinayet katliam şebekesinin yaptığı plan devlet sırrı kategorisinden çıktığı bu günlerde insanı, insanım diyen herkesi yerin mıhlayacak, dehşetle düşürecek nitelikte.
ABD’nin Stratejik Hava Komutanlığı’nın 1956’da hazırladığı ‘1959 Atomik Silah Gereksinimleri Araştırması’ adlı çok gizli çalışmanın üzerindeki gizlilik perdesi, Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi tarafından kaldırıldı.
ABD’nin Moskova, Pekin ve Berlin’i yok etme gibi binlerce milyonlarca masum insanın katledilmesi hangi aklın ürünü dersiniz?
Sorumsuzluğa bürünen koyun beyinli kimilerimiz için, göz attığımız günlük haberlerde böyle bir habere, sıradan habermiş gibi göz ucuyla bakıp geçiyorsak, hala düşüncelerimizi değiştiremiyorsak, tepki gösteremiyorsak ilk başta kendi akıl sağlığımızdan şüphelenmemiz gerekir.
Bu davranış şeklimiz normal bir davranış şekli değildir.
Müttefiklik görüngüsü adı altında uşaklık sendromu insanlığa karşı suç işlemenin kendisidir.
Her şeyden önce insani değildir, adiliktir, karaktersizliktir, aşağılık olma halidir…
Hiroşima’ya atılan atom bombasından70 kat daha fazla bombayı düşünün…
İnsanlığın başına musallat olan bu suç örgütü çete; 1 Megatonla Hiroşima’yı yok eden bomba dan 70 kat daha fazla tahribat yapacak olan, 60 megaton atom bomba yani Hiroşima’ya bırakılan bombadan 4 bin kat güçlü, atom bombasıyla insanlığın özü olan masumiyetini vurarak yok etmeyi, insanlığı katletmeyi planladı.
Bu gün insanlığa alçakça yapılan bu adilik basına sızarken, insanlık hala böyle bir planın sorumlularını yargılayıp tarihsel açıdan akıl hastanesinekapatamıyorsa bölgesel koyunluktan dünya koyunluğuna hoş geldik demektir!
Öyle bir atom bombası düşününki sözde “dost güçler ve halkları” bile yüksek seviyede ölümcül radyoaktif serpintiye maruz kalacağı ortaya çıkıyor.
Düşman güçlerini öldüren atom bombasının etkisi kendilerini de öldürüyor.
Atom bombası bir kez kimyasal açıdan füzyona ulaştı mı radyasyonun etki gücü dost ve düşman gücü diye ayırım yapmıyor. Kısacası atom bombasını kullanan delilik ihtirası kendi halkını da yok edebilecek ruh hastası bu cinayet şebekesiyle maalesef yaşamaya devam ediyoruz.
Kişisel ihtirasları için insanlığın düşmanı olan NATO’ya üye her ülke bu suç örgütünün doğal müttefikidir. Sırf bu nedenle bu gün ortada kurulmuş bir denge varsa, kendi delilik ihtiraslarıyla insanlık atom bombasıyla yok edilmiyorsa bu insanları çok sevdikleri için değil tam tersine kendilerinin de yok olacağı gerçekliğinden kaynaklanmaktadır.
Hep yazmışımdır emperyalizm insanlığın bir şekilde yok olmayacağının ayırdına varsa pazar savaşında dahaçok istila için Japonya örneğinde olduğu gibi atom bombası kullanımından asla vaz geçmeyeceğini bizler çok iyi bilmekteyiz.
Elbette yorumlarımızdaki iyimserliğimiz bir noktaya kadardır, kapitalizmim ağır bunalımı nedeniyle NATO / Koalisyon = IŞİD güçlerinin koordineli işbirliğiyle BOP özgülünde orta doğunun sınırları yeniden düzenlenmeye kapitalizmin içine düştüğü ciddi krize çözüm bulunmaya çalışılsa da Rusya ve Çin bu noktada ciddi bir ayak bağıdır. Bu yüzden izledikleri strateji Rusya nın nükleer gücünün etkisizleştirilmesidir.
Bu yüzden Amerikan emperyalizminin yeni planları yeni katliam senaryoları hiç bitmek bilmiyor basına düşen habere göre; ‘‘ABD, yakın gelecekte Almanya’daki Bundeswehr Fligerhorst Büchel (BFB) askeri üssüne, her biri Hiroşima’ya atılan bombadan 4 kat etkili olan B61-12 tipi 20 nükleer başlık yerleştirmeyi planlıyor. Alman basınına göre, Washington ve Berlin’in hedefinde Rusya var. (…)
‘TÜRKİYE’DE DE VAR’
ZDF ‘ye konuşan Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, nükleer silahların sadece Almanya’da değil, Belçika, Hollanda, İtalya ve Türkiye’de de bulunduğunu aktararak, NATO’nun da nükleer silahların taşınabilmesi için uçakları yenilediğini belirtti. (…)
Alman Savunma Bakanlığı’nın eski parlamento sekreteri Willy Wimmer konuya ilişkin değerlendirmesinde, “Oluşturulan bu yeni saldırı seçeneği, Rus komşularımıza yönelik bilinçli bir provokasyon” ifadelerini kullandı.’’(2)
Bu provokasyonun ABD’nin Stratejik Hava Komutanlığı’nın 1956’da hazırladığı ‘1959 Atomik Silah Gereksinimleri Araştırması’ adlı gizli plandan ne farkı var? Ama bir atom savaşında kazananların kendilerinin olmayacağını çok iyi bilmelerine rağmen burada kazanılmak istenen amaç Rusya ve Çin’in pasivize edilmesidir. Tetikçi çeteleriyle birlikte yeni dayatacakları dünya düzenine Rusya ve Çin’in karşı koma gücünü elinden almaktır. Atom bombalarının dengesinde atom bombaların gölgesinde kurulan bir çeşit suni denge içerisinde şimdilik barış içinde yaşıyoruz ama ne kadar daha yaşayacağımızın garantisini sanıyorum hiç kimse veremeyecektir.
Kışkırtıcı katliamcı talancı emperyalizm var olduğu sürece galiba suni dengenin garantisi hiç olmayacaktır.
Yani atom bombalarıyla birlikte atomsuz / radyasyonsuz şimdilik barış içinde yaşıyoruz algısı sadece yanılsamadan başka bir şey değildir. Atom bombasızlığın tamamen dünya gündeminden bir yaşam tarzı olarak kalkmasının altını ısrarla çizmek istiyorum. Atom bombaların varlığıyla bize dayatılan suni denge özünde bize ölümü gösterip sıtmaya razı edilmişliğimizin hikayesini anlatır.