TALİBAN’IN ÖLÇÜLERİNE GÖRE HERKES GÜNAHKAR

Taliban’a göre,  masum ve günahsız olmak için doğmamış olmak gerekiyormuş!

Peki bu Müslümanlık dünyasında bu türden sivri zekâ akıl tutulmasına yani bu kurala  ‘günahkarlığa’ kendileri de dahil mi?, bilinmez.

Erki elinde tutan idealist felsefeye hizmet eden dinsel her örgütlenme sözde kendi Tanrılarının dinini en iyi şekilde temsil ettiklerini iddia ederek  (elbette) kendilerini ‘günahkarlıktan’ muaf tutacaktır.

Unutmayın bütün boktan işler Tanrı adına yapılır.

Yukarıdaki başlığımıza gelecek olursak kendilerini Tanrı adına savaştıkları için, Tanrı adına bu düzeni sağladıkları için haliyle kendilerini günahsız sayacaklarıdır. Topluma dikte edecekleri bu öğreti ile baskı altında tutup zulüm uygulayacaklardır.

Hamuru gericilikle yoğrulmuş ilkel ve cahil insan motivasyonuyla oluşturulmak istenilen toplumsal düzende insan haklarıyla barışık güzel bir düzeni umuyor olmak bile eşyanın kendi tabiatına aykırılık yasasını ters yüz etmek gibi bir şeydir. İster istemez Taliban düzeninde baskı, şiddet ve katliam kaçınılmaz olacaktır.

Aslında en uç noktadan düşününce Afganistan da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesine iyi oldu şeklinde baktığım anlar oluyor. Elbette bu yaklaşımıma itiraz edenler olacaktır, şurası bir gerçek ki; zaman zaman bende (kendi kendime) bu türden düşüncelerime itiraz ettiğim oluyor, bu çok normal.

Bazen bir insan başkalarının düşüncelerinden etkilenip düşünce geliştirmek istemiyorsa, kendi içinde olumlu olumsuz düşünceleri sentezlediği fırtınalardan kendine özgün sağlam düşünceler elde edebilir. Buradan yola çıkarak diyebilirim ki; Bir öğreti denenmeden tarih sahnesinden silinemez,  buna mukabil Taliban’da denenmeden tarih sahnesinden silinemez.

Muhalefette kaldığı sürece mitleştirdikleri düzene karşı  öğretileri her zaman güçlenecektir ve nitekim de Taliban yıllar boyunca Afganistan dağlarda gelişerek büyüdü. Ve şimdi muradına ermiş oldu. İktidarı tamamen ele geçirdi.

Toplumsal şekillenmeden dolayı halve gidişleri  birbirine (tıpkısının aynısı gibi)  benzemese de siyasal İslam’ın ipliğinin pazara çıkması açısından  kaçınılmaz olarak birbirine  benzeyecektir. Yaşayıp göreceğiz.

Çünkü bu süreci  bizler Türkiye’de yaşıyoruz. 18 yıldır iktidarda olan siyasal İslam’ın takiyecisi olan AK- Parti’nin, yaptığı hırsızlıklarıyla, ülkeyi göz göre göre soyduğu gibi her türlü karanlık yasadışı pis işleri,  nasıl birbir ipliği pazara çıkıyorsa Taliban’da benzer süreci kendi doğası gereği kaçınılmaz olarak  tekrar edecektir. İslam’ın tarihsel özelliği olan yağma ve talan diye bilinen ganimet ideolojisi modern çağda hırsızlığa övgünün kendisidir.

Aynı bu yazımızın başlığına konu olan Taliban’a göre ‘herkes günahkâr’ sivri zekalığı gibidir. Bir tek günahkâr olmayan kendileri olduğu için, hırsızlıkta bunun gibidir. Kendileri çalarlarsa mubahtır halktan biri çalarsa ya eli kesilir ya da kafası kesilir.

Asıl şimdi Afganistan kendi küllerinden ya yeniden doğacak ya da Taliban ile birlikte cehenneme daha çok odun taşıyarak yok olup gidecektir.

_Ali Galip Sayilgan_

‘AŞI OLMAYANLAR YÜZÜNDEN RİSK ALTINDAYIZ’ DİYENLERE HÖST! DİYEBİLMEK…

 

Hava fena halde ağır, bağır bağırabildiğin kadar, bağırtın kuru gürültün kendi duyduğun kadardır. Kendi duyduğumuz kuru gürültümüz içinde propaganda içerikli dayatmaları çözümlemeye, başkalarını ikna etme yerine, kendi kendimizi ikna etmeye çalışmaktan aslında başka bir şey yapmıyoruz.

Yukarıda resim formatında verdiğim iki haber var birisi Cumhuriyet Gazetesinin (1) diğeri ise Sözcü Gazetesinin. (2) ‘Aşı karşıtı Covit 19’a yakalanıp ölmüş’ şeklinde bir aşı karşıtını haberleştirmiş. Sözcü ise ”Pfizer / BioNTech aşısından ölen 24 kişiyi” haberleştirmiş.

Geçen bir arkadaşım bir paylaşımımın altın link vererek yazmış ” Covid’e yakalanıp durumu ağır olan aşı karşıtı hastalar, doktorlara yalvarıyormuş. ‘Ne olur aşı vurun bize’ diye. Ama doktorlar, ‘çok geç’ diyormuş. ‘Daha önce aklınız neredeydi? diye soruyorlarmış. Yukarıdaki haber bunu anlatıyor.’’, şeklinde İngilizce yayınlanmış sözde bir haber. 

Haberi inceledim pek sağlıklı bulmadım, aşı olmak istemeyenleri etkilemek için yapılmış çakma bir habere benziyor.

Bu türden propaganda haberlerini kaynak gösterenlere bir veri olsun diye Sözcü Gazetesinin haberiyle birlikte Cumhuriyet Gazetesin haberlerini kapak konusu yaptım. Hangi ülkelerde aşıdan kimler nasıl ölmüş ayrıntıyı aşağıda verdiğim linkten ayrıntısını inceleyebilir.  

Böyle çakma haberlere niye ihtiyaç duyuyorlar anlaşılır gibi değil, diyelim ki haber doğru, ayrıca aşı olmayan birinin korona virüsüne yakalanmasından daha doğal ne olabilir ki?

Aşı olmayan bir kişinin korona virüsüne yakalanması çok normal anormal olan iki doz aşı olanların korona virüsüne yakalanmasıdır. İki doz aşıyı olup 18 İsviçreli neden öldü? (3)  Asıl buna verilecek bir cevabınız olmalıdır değilmi? Sanıyorum bu soruma yanıtınızı boş yere bekler olacağım.

Aşı olanlar korana virüsüne yakalanıyorlarsa biz bu aşıyı neden olduk diye kendini ve yetkilileri sorgulamaları gerekir. İşin hoş tarafı, aşı olanların hiç birisi yetkilileri kesinlikle sorgulayamaz olmalarıdır.

Aşı olurken boşa kâğıt imzalatmıyorlar, hiçbir konuda dava açmayacağına dair aşı olan bireyden taahhüt aldıkları için, aşı olan birey hiçbir koşulda davada açıp tazminat isteyemiyor.

Ölen öldüğüyle kalıyor aşı zombisi olmak için üçüncü ve dördüncü doz aşıyı beklemek durumunda kalıyorlar / kalacaklar. Her uydurulan varyant ile üçüncü dördüncü doz aşıyı olmak için sıralarını bekleme umuduyla baş başa kalacaklar gibiler.

Her başarısızlıklarında varyant uydurmaları işte bu yüzdendir.

Bunca zamandır aşıların başarısızlıklarını varyantla üzerlerini örtmeye, gerçeği gizlemeye çalıştılar. Şimdi de başarısızlık isim listelerine bir bakalım: Lambda, Kappa, Lota, Theta, Zeta, Epsilon, Gamma, Beta, Alfa, Delta (4)

Açık artırmaya girmiş bir ürün gibi, yok mu artıran?, diyesi geliyor insanın…

Bu varyantlara dikkat edin, uydurulan her bir varyant korku ikliminin kendisidir.

Dünya düzeninin değiştirilmesi için planlanan kuş gribi, domuz gribi gibi deneme sürümleriyle altyapısı oluşturulan strateji retoriğin son hali Covit 19, korona virüsüdür. Bu işin sekretaryası da DSÖ’dür.

DSÖ tarafından fonlayarak beslediği daha önce hiç tanımadığımız ismini cismini bilmediğimiz bir anda peydahlanan özel habercilerle sabah akşam korona’dan kaynaklı ve ölüm haberleriyle sağlıklı insanların psikolojisi bozma stratejisinin ana dayanağı ölümü gösterip sıtmaya razı etme öğretisinden beslenmektedir.

Bu propagandadan etkilenen binlerce insan aşı kuyruğuna girmelerinden yola çıkarsak bu konuda nispi başarı sağlamış olsalarda başarıları yeterli değil.

Her şeyden önce şu çok iyi anlaşılmalı ben aşı karşıtı değilim, aşı karşıtı birisi olsaydım en yakınım olan eşimi etkilerdim. Eşim kendi iradesiyle iki doz BioNTech oldu.  Aşı olmak isteyen insan tabiiki aşısını olmalıdır. Şahsi fikrimi belirtmem gerekirse ben aşı olmayı düşünmüyorum. Ben kimsenin özgür iradesine karışamam. Aşı olan kimi kendinden menkul şahsiyetler, benim özgür irademe karışmaya, yaptırım uygulattırmaya hakları yoktur.

‘Dünya Sağlık Örgütü’ (DSÖ) denilen çetenin emirlerine uymak zorunda değilim. Dünya Sağlık Örgütüne üye ulus devletleri ne gibi taahhütler verdiler bu benim sorunum değil. Ulus devletlerin kendi aralarında vardıkları Consencius ile tek merkezden uygulanan dayatmaları deşifre etmek aklıselim düşünen sorgulayan her duyarlı insanın başlıca görevidir. Aşı olmak isteyen buyursun aşı olsun herkes kendi özgür iradesiyle bu seçimi benimser.

Ben aşı olan bir insana nasıl aşı olma demiyorsam, aşı olupda onurlu irademle atbaşı giden kişilik haklarımı hazmedemeyen kendinden menkul, kendine vazife biçen, şahsiyetler aşı olmak istemeyen insanlara aşı olacaksınız dayatması yapmasın. Herkes haddini bilsin. Olduğun aşı seni korumuyorsa aşı olmayanlar size ne yapabilir ki? Bunu aşı olmadan önce düşünecektin.

Covit 19 diğer bir adıyla korona denilen bir virüs söz konusudur bir sürü insanın bu virüsten etkilendiği de ayrı bir gerçekliktir. Uygulanan aşı ne kadar koruyucu bu tartışmalıdır.

Resmi ağızlara bakarsak 2 doz aşı olana korona bulaşmayacağının taahhüttü yaptıkları propagandanın içindeydi. Sabah akşam ölüm haberleriyle yaptıkları propaganda ile insanları 2 doz aşıya razı ettiler.  Aşı olmalarına rağmen korona virüsüne yakalananlar ortaya bir bir çıkmaya başlayınca ansızın bir anda ağız değiştirdiler.

Soralım o zaman hani iki doz aşı olunca korona virüsü aşı olanların yakınından bile geçemeyecekti, ne oldu?

Şimdi de diyorlar ki aşı olmayanlar yüzünden risk altındayız diyenlere HÖST! , diyebilmek yerinde ve makul bir cevaptır.

Siz kendinizi aşı olarak garanti altına aldınız konumunuz diğer bir deyişle arkanız sağlam olması gerekiyor.

Asıl ortada risk varsa aşı olmayanlar için vardır. Bırakında bunu aşı olmayanlar düşünsün.

Aşı olmayanları bir şeyleri bahane ederek kendilerinden daha çok düşündünüz mü, bu şüphe çeker, şüphe uyandırır. Bu bağlamda niyetiniz sorgulanır. 

Şimdi de aşı olmayanlara yasaklar getirmeye çalışan bir zihniyet peydahlanmaya başladı amaçları aşı olmayanları yıldırmak yıpratmak lanet olsun şu aşıyı olayımda kurtulayım dedirtme stratejisidir. Yasal olmayan bu davranış insan haklarına aykırıdır. Gün gelir bu propagandaya alet olmuş şakşakçılar yasalar nezdinde hesap verir.

_Ali Galip Sayılgan_

Kaynaklar:

(1)  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/asi-karsitiydi-covid-19dan-yasamini-yitirdi-1855752

(2)  https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/pfizer-biontechin-corona-asisini-yaptirdiktan-sonra-oldu-6212832/

(3)  https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/iki-doz-asi-yaptiran-18-isvicreli-oldu-6557384/

(4) https://i2.wp.com/koronadur.metropolfm.de/ohoalilr/2021/07/Korona-Virus-Varyantlar-3.jpg?w=553&ssl=1

 

 

 

CUMHURBAŞKANI HAKKINDA ‘‘SAHTEKARLIK VE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK GİBİ AĞIR SUÇLAMA’’ YAPANLARA KARŞI NEDEN SAĞIRLIĞI SEÇİYOR?

KENDİSİNİ ELEŞTİREN 68.000, 817 KİŞİYE HAKARET DAVASI AÇTIRAN TAYYİP ERDOĞAN, KENDİSİ HAKKINDA ‘‘SAHTEKARLIK VE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK GİBİ AĞIR SUÇLAMA’’ YAPANLARA KARŞI NEDEN SAĞIRLIĞI SEÇİYOR?

Cumhurbaşkanlığından tutunda, cumhurbaşkanlığı danışmanlarına varana kadar birçok devlet kurumlarını işgal etmiş AKP’li görevlilerin yanı sıra atadıkları bürokratlarda dahil sil baştan hepsinin diplomaları sil baştan kontrol edilmelidir. Böyle bir kontrolde görülecek ki yarıdan fazlasının diploması sahte olduğu ortaya çıkacak. Balık baştan kokarmış şeklinde bir ata sözümüz var, herhalde bu atasözümüz tamda bu durumu anlatmak için söylenmiş.

Ota çöpe her şeye, basit bir eleştirilere dahi Cumhurbaşkanına  hakaret etmekten dava açtıran Tayyip Erdoğan, kendisini nitelikli dolandırıcılıkla itham edenler hakkında acaba neden sağır olmayı seçiyor dersiniz?

Bu konu gerçekten çok ilginç işin içine mahkeme girince Tayyip Erdoğan sessiz kalmayı susmayı yeğliyor. Mesela Yusuf Halaçoğlu “Ben, Cumhurbaşkanına diploman sahte diyorum beni mahkeme vermiyor. Normal başka bir şey olsaydı çoktan verirdi” (*) açıklamasında bile bulundu.

Eğer Yusuf Halaçoğlu gerçekte haksız olsaydı, Tayyip Erdoğan Yusuf Halaçoğlu’nu hakaret ve iftira atmak, itibarını zedelemekten bir milyon kez mahkemeye vermişti. Ne zaman kamuoyunda Tayyip Erdoğan’ın diploması ilgili bir haber çıksa Tayyip Erdoğan ‘şahsım devletinin’ sağır odasına giriyor, sağırlığı seçiyor.

Sahi, ota çöpe dava açan / açtıran Tayyip Erdoğan hakkındaki sahtekarlık gibi ağır ithamlara karşısında sessiz kalmayı yeğliyor dava açtırma sevgisinden mahrum kalıyordu.

AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını görmüş olduk. (**)

Bu ülkede duyarlı Cumhuriyet Savcı kalmadığı gibi Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle   68.000, 817 kişiye dava açmada yarışan, diğer bir deyimle Tayyip Erdoğan’a yaranmak için takla atan savcı ve hakimler bu kez Tayyip Erdoğan’ın korumamak için neden dava açamıyorlar? 68.000, 817 kişiye dava açan bu duyarlı hâkim ve savcılar sanki yer yüzünden buharlaşmış gibiler.

Madem ki Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden kişiye karşı sahtekarlık gibi ağır hakaret var insan Cumhurbaşkanını ce Cumhurbaşkanlığı makamını korumaz mı? Söz konusu diploma olunca hakaret davası açmakta yarışan savcılar / hakimler kendilerini sağır odaya kitlemeyi uygun buluyorlar.

Ülke içinde hukuk arayışı tükenince HKP, Türkiye’deki hukuk yolları tükendiğinden dolayı, Erdoğan’ın diploma tartışmasını AİHM’e taşıdığını biliyoruz.

Bir devlet düşünün ki, devletin baş bakanı daha sonra  cumhurbaşkanı oluyor sonra bununla yetinmiyor parlamenter sistemi değiştirip başkanlık sistemine dönüştürüyor bütün bunları yaparken de  nitelikli dolandırıcılık yöntemiyle evrakta sahtecilik yaparak bu suçu işlediği şeklinde ağır ithamlarla dolu suçlamalar  söz konusu. Bu iddiaların içeriği boş gibi gözükmüyor çünkü bu iddialar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AHİM) kadar götürüldü.

AHİM başvuru dosyasını kabul etti. Bu pilavın çok su kaldıracağa  benziyor.

Gelin görünki, konuyu kökünden çözerek kamuoyunu bilgilendiren bir sisteme devletin sahip olması gerekmez mi? Ama  sağır olmayı yeğliyorlar. Kimi zaman sağırlık suçlamaları sessizce kabullenmek anlamına da  gelir. Normal şartlarda devlet böyle bir zan altında bulundurulamaz. Gereken ne ise kamu adına şeffaf davranılır, bu konuda vuku bulan her türlü şaibe ortadan kaldırılır.

Ama yaşadığımız sürece baktığımızda evrakta sahtecilik denilen sahtekarlık yöntemleri devleti devlet olma özelliğinin üstüne kap kara bir şekilde yapışmış durumda.

Daha bununla bitmedi sahte diplomalı başkan kendisine   danışman atar aradan zaman geçer bir de bakarız ki sevgili danışmanında diploması sahte çıkar. Haber şöyle; Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, eski AKP Milletvekili Hamza Yerlikaya’nın belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davada mahkemenin kararına Cumhuriyet gazetesi ulaşmış. Belgeye göre her şey ayan beyan yapılan sahtekarlık açıkça ortada.

Çivisi çıkan devletin mahkeme kurumlarına baş vuran Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), “resmî belgede sahtecilik”, “bankacılık kanuna muhalefet”, “görevi kötüye kullanma” ve “nitelikli dolandırıcılık” gerekçeleriyle Ankara Cumhuriyet Başkanlığı’na suç duyurusunda bulundu. (***)

Daha bitmedi; HKP avukatları, Yerlikaya ile birlikte “sahte diplomayı kabul ederek hukuka aykırı kayıt yapan, diplomalar veren ve bu diplomaları kabul eden yahut Yerlikaya’yı atayan kişiler” için de “görevi kötüye kullanma” ve “resmi evrakta sahtecilik” ten dava açılmasını istedi. Dilekçede suçlar şöyle nitelendi:

Resmî Belgede sahtecilik: Yasaya göre resmî belgeyi kullanan kişi kamu görevlisi olması durumunda 3 ila 8 yıl arasında cezalandırılır. Milletvekilliği, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı bir kamu görevi olmakla şüpheli hakkında bu maddeden kamu davası açılması gerekir

Bankacılık Kanununa muhalefet: Yasaya göre genel müdür yardımcılarının en az 7 yıllık mesleki deneyime sahip olması ve yine en az lisans düzeyinde (hukuk, iktisat, maliye, bankacılık, işletme, kamu yönetimi ve dengi alanlar ile mühendislik alanında lisans düzeyinde öğretim görenlerin ise belirtilen alanlarda lisansüstü öğretim görmüş olmaları ve bankacılık veya işletmecilik alanında en az 10 yıllık mesleki deneyime sahip olmaları) öğrenim görmüş olmaları şarttır. Düzenlenen lise diplomasının sahte olması sebebiyle sahtecilik suçundan hüküm giydiği açık olduğuna göre Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliğine atanması mümkün değildir

Nitelikli dolandırıcılık: Bankacılık kanununa aykırı olarak ve hileli hareketleriyle oraya atanmakla bu suçu işlemiştir. Görevinin derhal düşürülmesi gerekir. Kamu bankası olan kurumdan almış olduğu her türlü ücretin iadesi kamu zararı nedeniyle talep edilmelidir. Yine bu nedenlerle milletvekilliği dahil tüm görevlerindeki işlemleri, imzaları yok hükmündedir. Hepsi geriye doğru araştırılmalı, ödemeler ve varsa başka giderler faiziyle geri alınmalıdır.

Görevi kötüye kullanma: görevlerinin gereklerine aykırı hareket ederek kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız menfaat sağlayan kamu görevlisi 2 yıla kadar hapis ile cezalandırılır.

Mahkeme ne yaptı dersiniz? Sahteciliğin cezasını erteledi.

Daha bitmedi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya’nın lise diplomasının sahte olduğuna dair mahkeme kararı çıkması sonrası CHP Sivas Milletvekili Özcan Purçu, konuyu Meclis gündemine taşıdı. Purçu, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle “Mahkeme kararı ile evrakta sahtecilik yaptığı sabitlenmiş Hamza Yerlikaya’nın, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etmesi ve devlet kademelerindeki görevlerine devamı sizce etik midir?” diye sordu. (****)

Şimdi soruyoruz çivisi yerinden çıkmış mevcut devleti yöneten başkanında aynı suçlamalarla yüz yüze olduğunu kamuoyu yakinen bilmektedir. Başkanlık sistemini temsil eden Cumhurbaşkanına hangi mahkeme dava açabildi? Tabiiki açamadı…

Ne yani ‘şahsım devletim ‘in savcısı şahsıma dava mı açacaktı? Tabiiki dava açamayacaktı… Hangi hadle dava açacak sorusu sanırım her şeyi cevaplamaktadır. Hukukun olmadığı yerde sahte diplomalarda olur sahte diplomalarla cumhurbaşkanı bile olunur.

Yukarıda değinmiştim ‘‘balık baştan kokar’’ ata sözümüz aslında her şeyi anlatmış

 

_Ali Galip Sayilgan_

 

Kaynak:

(*)  https://odatv4.com/erdoganin-diplomasi-sahte-diyorum-niye-beni-mahkemeye-vermiyor-0406151200.html

(**)  https://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-a-hakaretten-uc-yilda-68-11525431-haberi/

(***) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/iste-akpli-hamza-yerlikayanin-sahte-diploma-davasinin-karari-diplomasi-sahte-1799518

(****) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-purcudan-oktaya-hamza-yerlikayanin-turkiyeyi-temsil-etmesi-sizce-etik-midir-1800857

 

Yüzyılın deccalı ‘sosyal medya’ II

6 Şubat 2017 tarihinde ‘Yüz yılın deccalı ‘sosyal medya’ başlıklı uzun bir yazı yazmıştım.  Sosyal medyanın gizli kapaklı kirli işleri olan diktatörleri nasıl rahatsız ettiğini anlatmıştım. 2017 yılında bu yazı için harcadığım emek boşuna olmadığını ‘‘Erdoğan’dan sosyal medya devlerine mesaj’’ başlıklı haberi okuduğumda daha iyi anlamış oldum.

Erdoğan’ın açıklamalarını iyi dinlediğinizde rahatsızlığının detayları tek tek ortaya çıkıyor. Erdoğan’ı çıldırtan asıl konu kanunların kendisine hakaretten dört yıla kadar hapis cezası öngörmesine rağmen insanlar bunu hiçe sayarak düşünce özgürlüklerinden asla taviz vermemiş olmaları Erdoğan’ı çıldırtmaya yetiyor. Hele birde düşünce özgürlüklerini sosyal medya üzerinden dile getiriyor olmaları yok mu Erdoğan’ı küplere bindirmesi yetip de artıyor.

AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını gördü. Bu oran az bir oran değil Guinness Rekorlar Kitabı’na girerse hiç şaşırmam.

Cumhurbaşkanı Erdoğan propaganda bakanının özel çabalarıyla, tarihte ”En Çok Hakaret Edilen Lider”  (rekorunu şimdilik elinde tuttuğunu) söylemek abartı sayılmayacaktır.

Bir yıl içinde 36.000 soruşturma açıldı 4000 kişi ceza aldı böylece Erdoğan’a hakaretten cezalandırılanların sayısı 10.000’i buldu. Bu gerçekten ciddi bir rakam. Cunta lideri Kenan Evren’e hakaret edildiği iddiasıyla sadece 340 kişiye hakaret davası açılmış olduğunu Erdoğan’la kıyaslarsak durumun vahameti daha iyi anlaşılmış olur.

Bu yüzden sosyal medyanın yüzyılın deccalı olarak görülüyor olması bu yüzden interneti Zabt ü rabt altına almak istemesi rakamlara yansıyan hakaret davalarındaki patlama buna ek olarak sosyal medya devlerine yönelik göndermek istediği mesajdan Erdoğan’ın küplere nasıl bindiğinin resmini aslında çizmiş oluyor.

Erdoğan bir yolunu bulsa Twitter’i Facebook’u YouTube’yi vb. sosyal medya ağların tümünü kapatmak istiyor. Kendine yönelik her türlü eleştiriyi hakaret olarak kabul eden Erdoğan’ın gerçekten başı büyük belada.

Suçunu bastıran suçlu edasıyla topluma karşı saray faşizmini nasıl kurduğunu gizleme telaşıyla ‘sıkça faşizme gönderme yaparak’ faşizmi sosyal medya üzerinden nasıl genişletmek istediğini sağır sultanların dahi bildiğini dile getirmek abesle iştigal olacaktır.

Çocukluğumuzda Celal Bayar gibi eski bayat siyasetçiler vardı ve her yıl dillerinden düşürmedikleri kendi kimliğine uygun bir bayat cümle vardı: ”bu bahar komünizm gelecek” şeklindeki  bayat cümleleriyle büyüdük.  Sanırım ‘yüzyılımızın deccalı olan sosyal medya’ bahanesiyle, ‘bahar komünizminin’ bayatlığına öyküne öyküne şimdide Erdoğan faşizminin iklimi, adeta bir kara kış tipisi gibi eseceğe benziyor.

Ali Galip Sayılgan

Perşembe’nin gelişi


Şimdilerde basında son 15 ayda yapılan 57 anketin ortalaması, “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici’’ (1) şeklinde yazılıp çiziliyor.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir şeklinde bir öz deyişimiz var, bende Perşembe’nin gelişini 06.Eylül.2017 günü ”Hanedanlığın sonuna doğru’’ (2) başlıklı yazımı bir çarşamba gününde kaleme almıştım.

Sizinde gördüğünüz gibi “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici” (3)  (bu haberin tarihine bakarken mutlaka gününe de bakın) Neymiş? Perşembe olduğunu haber linkine tıklayıp gördünüz.

06.Eylül.2017 tarihli bir çarşamba günü, 24 Eylül 2020 Perşembe gününe atıf yaparken özdeyişimize uygun atıfta bulunmuşum.

Neydi özdeyişimiz? ”Perşembe’nin gelişi çarşambadan bellidir’’ (4) cümlesi idi.  Vikisözlük  şöyle açıklamış: Bir işin sonunun nasıl olacağı şimdiki gidişinden belli olur.

Tabiiki işin içine devlet yönetimi ve hanedanlık girince çarşambanın ertesi perşembeye tekabül etmeyip araya yıllar giriyor olsada bir yıllar önce bir çarşamba günü söylediklerimi perşembe günü

Ne demişti Cumhurbaşkanı, “Bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” (5) demişti.

Halk söylediklerini değil aldığı yetkiyle sarayda kendini nasıl ağırlattığını görmüş oldu. Gelmiş geçmiş bütün Osmanlı padişahlarını saray yaşantısıyla mezarlarında ters döndürmüş oldu. Zira padişahlar padişah olalı kendi saraylarında bile bu kadar lüks yaşayamamıştı.

Bu halk hiçbir şey göremedi dersek yalan olur, cumhuriyetin bütün kazanımlarını tek tek satıp harman savururken, kendi yandaşlarını, cumhuriyet düşmanı gerici tarikatları nasıl zenginleştirdiğini birbir gördü. Birde neyi mi gördü? Türk Ceza Yasası’nın (TCY) 299. maddesi Cumhurbaşkanı’na hakaretten dört yıla kadar hapis cezası öngörüyor. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını gördü. Bakınız kaynak. (6)

Gerçekten en çok kendine hakaret ettiren bir lider olarak yakında Guinness Rekorlar kitabı‘na girerse hiç şaşırmayacağım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan propaganda bakanının özel çabalarıyla, tarihte ”En Çok Hakaret Edilen Lider’’ (7) rekorunu şimdilik elinde tuttuğunu söylemek abartı sayılmayacaktır.

Yeri gelmişken açıklama yapamakta fayda vardır; Erdoğan’ın propaganda bakanı (bu terim bana ait değil) (8) Fahrettin Altun: ”Kara propaganda, manipülasyon ve dezenformasyonla mücadele edeceğiz’’ (9) derken 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açtırmış olmasını az bulduğunu  böylece doğrulamış oluyor.

‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlaması, ülkede fikir ve basın özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri haline geldi. Cumhurbaşkanını ve politikalarını eleştirenlerin acımasızca cezalandırıldığı dönem yanılmıyorsam sadece Hitler dönemine özgü idi.

Geldik mi şimdi,  yine ilk cümlemize; son 15 ayda yapılan 57 anketin ortalaması ne demişti? “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici’’ demişti,  bir  kez  daha hatırlatayım  06.Eylül.2017 Çarşamba günü ”Hanedanlığın sonuna doğru’’ yazımı kaleme  almıştım, hala çarşambadan sonra perşembeyi anlatmama gerek var mı?

Ali Galip Sayılgan

Dip Notlar:

(1) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/son-15-ayda-yapilan-57-anketin-ortalamasi-erdogan-ve-cumhur-ittifaki-gidici-diyor-1768312

(2)  https://www.özgür-meydan.com/?p=809

(3) https://www.medyafaresi.com/gazeteler/2017-09-06/cumhuriyet

(4) https://tr.wiktionary.org/wiki/Perşembenin_gelişi_çarşambadan_bellidir

(5) https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskani-bu-kardesinize-yetkiyi-verin-sunla-bunla-nasil-ugrasilir-goreceksiniz-demisti-tl-50-gunde-yuzde-25-deger-kaybetti,675523

(6) https://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-a-hakaretten-uc-yilda-68-11525431-haberi/

(7) https://www.youtube.com/watch?v=0NLLDLyjeA4

(8) https://twitter.com/ATuncayOzkan/status/1260187303839961089

(9) https://www.haberler.com/fahrettin-altun-kara-propaganda-manipulasyon-ve-13610603-haberi/


Korona virüsü’nü geliştirip…

PATENT NUMARASI: (EP 1 694 829 B1)

Resmî açıklamalara bakarsanız güzel güzel anlatılan masallara inanıp itaat etme kültürünüzü geliştirirsiniz. Resmi yetkililerin her zaman doğruyu söylemedikleri halka yalan söyledikleri bilinen gerçeklerdir. İşte korona virüsü de bunlardan biridir. Sizin gözünüzün içine baka baka aklınızla alay edilircesine yalan söylenir, sizde bu yalanları doğru sanıp ‘şüphe duymadığınız’ resmi yetkililere inanırsınız.

Resmi ağızların söylemlerine kuşkucu yaklaşıp mevcut durumu sorgulayanlara ortalığı karıştırmaya çalışan ‘komplo teorisi’ üretmekle suçlayan resmi açıklamaların yanında saf tutan kitleler gibi bir güzel secdeye varmış olursunuz.

Hatta resmi açıklamalara bakılırsa canlı hayvan pazarında hayvanlardan bulaştığına dair tuhaf bir senaryoya inandırılırsınız. Çin’in Hubey eyaletine bağlı, Vuhan kenti korona virüsüyle boğuştuğu bir gerçek ama canlı hayvanlardan insanlara bulaştığı tartışmalıdır. Üstelik bu, ileri sürülen tartışmalı sav kocaman kuyruklu yalandır. Mevcut argüman doğru olsaydı binlerce yıldır Çinliler, binlerce kez kırılıp ulusça yok olması gerekirdi.

Bu senaryoya gerçeklik süsü verebilmek için Çinlilerin yarasa yiyor olmaları ciddi bir argümanmış gibi öne sürülmüştür.  Bu yüzden canlı hayvan satılan pazar kurgunun içinde yer alması bir sürü insanın sorgulamadan kabullenmesine, mevcut gerçekliğin gizlenmesine neden olmuştur.

Hala milyonlarca insan yaşadığı panikten mevcut gerçekliği bilmiyor.

Korona virüsünün patent numarası konu başlığında yer verdiğim gibi patentin kendisini de bu yazının ekinde yer vereceğim. Yarasalarda bulunan bir korono virüs türüne bildiğimiz SARS korona virüsünün spike proteinini (virüsün ACE2 reseptörünü kullanarak hücreye girişini sağlıyor olmasını bilerek kodlanmış olması düşündürücüdür.  Genetik materyalini genetik metotla monte edilmesiyle bir çeşit yeni Chimeric (hibrit) korona virüs elde edilmiştir. Üstelik aşısı ilk baştan üretilmesine karşın binlerce insanın ölümüne karşı aşışı gizlenmiştir gizlenmeye devam etmektedir.

Çin’in Vohan kenti Çin’in Avrupa açılan önemli bir pazarıdır, Vohan kentinden tüm Avrupa’ya giden mallar buradan çıkar ayrıca Çin’in 5g teolojisini denediği şehirdir. İlk corona virüs olayının buradan patlak vermesine uyum sağlamaya çalıştırılan Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinin halka açık pazarında canlı yarasaların satılması küresel senaryoya çok güzel bir malzeme edilmiştirr. Maalesef dünya ölçeğinde milyonlarca insanın resmi ağızların açıklamış olduğu bu senaryoya inanarak sessiz kalması düşündürücüdür.

Bu virüs hezeyanıyla küresel açıdan yeni dünya düzenine geçişin hayata geçirilmesinin denemesinde kendi haklarına gerçeği açıklamayıp sessiz kalan / susan ulusal devletlerin hükümetleri de işbirlikçidir.

Korona virüsünü patenti alan Fransız Doktor Yves Leyn den ve eşi eski Fransa Sağlık bakanı Agnès Buzyn ve Çin’de bu hastalığı taşıyan yarasalardan bu virüsü ayrıştıran bu konuda makale yazan baskılar karşısında makalesini geri çeken karı koca arkasında bulunan firma kesinlikle insanlığa karşı işlenen bir çeşit kimyasal silah kullanma suçu hassasiyetiyle uluslararası mahkemelerce yargılanmalıdırlar.

Ali Galip Sayilgan

Üretilen virüs’ün patenti

PDF Embedder requires a url attribute EP1694829B1

Korona virüslü günlerimizde Malthus’un yeri.

Çok uzun yıllardır zaten dijital para kullanıyordum. Elime kâğıt ve demir para hiç geçmiyor. Paralar aşırı derecede Korona Virüsü barındırdığı adeta mikrop yuvası olduğu ispatlanmış durumda bu yüzden kimi ülkeler piyasadaki mikroplu paralarını geri çekip yeniden piyasaya sunuyorlar.

Başka bir rahatsızlığımdan dolayı yaşantımın büyük bir bölümü zaten evde geçirdiğim için bu günün meşhur deyimiyle ”karantina” tümcesini duyunca apansız gülümsemeye başlıyorum.

2020 yılının koronalı virüs günlerinde binlerce insanın ”karantina” ya tabii olduğu şu günlerde ‘demek ki yalnız değilmişim'(!) diyerek gülümsemeye başlıyorum. Eve kapanan kitleleri empati yapmaya çalışıyorum.

1766 – 1834 yılları arasında yaşamış İngiliz İktisatçısı Malthus, nüfus teorisi, gıda üretimindeki artışın, nüfus artışından daha yavaş olacağını ve buna bağlı olarak yaşam refahının düşeceğini öne süren teoridir.

Bu yüzden Malthus, geç evlenmek, az sayıda çocuk sahibi olmak vb. hareketlerin teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyordu.

Yine Malthus’a göre toplumsal sefaletin en büyük nedeni alt sınıflardı ve bu yüzden bu tür bir nüfus planlaması üst sınıflardan ziyade alt sınıflara uygulanmalıydı.  

Fakir halk kesimlerine yapılan (özellikle kamusal) yardım programlarına karşı çıkmıştır. Her türlü toplumsal müdahaleye ve yardıma muhalif olmuştur.

Malthus ‘un düşünceleri daha kendisi hayattayken büyük tartışmalara neden olmuştur.

Bugün hala Malthus’u savunanlar bulunurken, onu eleştirenlerin de sayısı hayli fazladır.

Her ne kadar Malthus ‘un ve Neo-Malthusçuların 20. yüzyıl için öngördükleri sefalet ve kriz (aşırı nüfus artışı karşısında yetersiz gıda üretimi) yaşanmamış olsa da, bu tür bir krizin yaşanmamasında gelişen teknolojinin payı büyüktür derler.

Karl Marks ve Friedrick Engels ‘Nüfus sorunu ve Malthus’ isimli eserinde şiddetle eleştirirler. Eserlerinin bir yerinde Malthus’u şöyle betimlerler: ”Yazarının niyeti ne olmuş olursa olsun, Maltusçu nüfus teorisi başında ne idiyse sonuna dek öyle kaldı- çalışan halkın içinde bulunduğu durum için bir özür ve toplumsal koşulları düzeltmek için yapılacak tüm girişimlere karşı bir ihtar oldu.

Bu şekliyle, Malthus ‘un yaşadığı süre boyunca, bu teori, ona, sadık bir uşak gibi hizmet etti. Ve Malthus ‘un ölümü üzerinden yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra bugün de hala sadık uşak hizmeti görüyor.” (Sol Yayınları, Sayfa:17)

Tarih Thomas Robert Malthus’u haksız çıkarmıştır. 20.yy kadar geçen onca sürede yoksul insanların insan popülasyonun artışıyla Malthus ‘un uşaklığını yaptığı üst sınıfın yaşam standartları hiç bozulmamıştır aksine servetine ve lüksüne servet ve lüks katarak dünyayı yönetmede etkin görevler aldıklarını sağır sultanlar bile bilir. Marks ve Engels’in eserlerinde tanımladıkları gibi, kapitalist tekellerin uşaklığını yaptığını tarih bir kez daha tescillemiştir.

Gelinen noktada korana virüslü günlerimizde biz, ibretlik Malthus’u anmadan geçemezken Malthus ‘un fikriyatıyla hareket eden dünya kapitalist düzeni korana virüsünü kendisine rakip ekonomi olarak gördüğü Çin’de yaydığını bu vesileyle yeni bir dünya düzenine geçmek için deneme yaptığı şeklinde özellikle Amerikan emperyalizmine karşı suçlayıcı ciddi makaleler yayınlanmıştır.

Korana virüslü günlerimizde sanırım gelişmeler çok şeylere gebe kalacak. Virüslü günlerden kimyasallı günlere umarım varmayız. Kimyasallı gerçek nüfus planlamasıyla bu gelişme Malthus ‘un zırva teorisine hizmet eder.

Korona virüslü günlerimizden mikrop barındıran paraya, (paranın alternatifi olan dijital paraya), karantinaya, hatta Malthus’a varana kadar birçok konuya değindim Kovid-19’a karşı okurdaşlarıma bol moral bol dirençli aydınlık dolu güzel günler dilerim.

_ Ali Galip Sayilgan _

24 Haziran2018 doğabilecek bir kaos’un…

BİR ANALİZ…

Birinci emare, kalpazan Türkiye’den kaçacak.

İkinci emare ise; bir iç savaş çıkartıp kendi muhaliflerini kanla bastıracağını gösteriyor.

Biz her ne kadarda önce birinci emareden başlamış olsakda bana ikinci emare daha mantıklı geliyor. Birinci emareye ilişkin kaçarsa nereye kaçar?  Sorusu ilk akla takılan soru olsada buna biz cevap olarak kaçsa kaçsa Katar’a kaçar şeklinde cevap verebiliriz…

Türk dilinde sahte para basanlara kalpazan denildiğini biliyoruz. Aynı bir resmi para gibi resmi bir evrak olan diplomanın sahte olarak basılması veya üzerinde oynanarak sahtecilik yapılması gibi eylemlere kalpazanlık tanımını kullanmakta bir beis görmüyorum.

Anayasaya göre diplomasız birinin kalpazanlık yoluyla Cumhurbaşkanı makamına gelmesi demek ülkenin nasıl bir vahamet içinde olduğunu hayal bile edemezsiniz. Cumhurbaşkanı sıfatıyla yapılan her şey, her kanun, her türlü hükumet kararı ve dahada kötüsü uluslararası anlaşmalar geçersizliğini koruyacağına göre bu türden bir gelişmenin içselleşmesi  demek Türkiye’nin gündemine  tarifi imkansız bir kaosun Hiroşima’ya  atılan atom bombasıyla eş değerde oluşunu  ister istemez tartışmış olacağız.

Eldeki veriler gösteriyor ki, güvendiği Arapların kendisini çok rahat bir şekilde satacağını bildiği için, görünen o ki diplomasız kalpazanın yatacak yeri olmadığı gibi, gidecek yerininde olmadığını gösteriyor…

Kaçıp kendini sağalama alacak kalıcı bir yeri olmadığına göre, geriye ikinci emare kalıyor buda önceden hazırladığı paramiliter silahlı gruplarını devreye sokmak. Gerekiyorsa iç savaş çıkartıp kendi muhaliflerini kanla bastırması kalıyor ki, bunu yapmaması için hiçbir neden olmadığı gibi kendisi ve geleceği açısından bunu böyle yapmaya mecburdur.

Bu yüzden yeter ki, 24 Haziran 2018 seçimi kaybetsin bahsettiğim bu iki emarenin yazgısı toplumun başına çorap gibi geçirileceğe benziyor.

En büyük hülyası bu ülkeye kendisini ağırlattırmak üzere yaptırdığı saray sefasını tıpış tıpış terk edeceğini düşünüyorsanız çok safsınız.

Herkesten daha iyi biliyor ki malumumuz olan kalpazan, mevcut iktidarı kaybettiğinde mutlaka ve mutlaka yargılanacağını çok iyi biliyor.  Zira konumuz olan kalpazanın suçları kendi boyundan büyük. Kimyasal gaz sevkiyatı gibi ağır suçlar olan savaş suçundan tutunda, 15 Temmuz darbe kumpasını örgütlettirmesine, bu ülkenin milli değerlerini yabancı ülkelerin elemanlarına peşkeş çekmesine varana kadar suçları vatana ihanet düzeyindedir.

Oda biliyor ki kendisinin sonu, emsali olan diktatörlerden farklı olmayacak. Bu yüzden iktidarını kaybetmeye tahammül gösterebilmesi mümkün değildir. Bunun için paramiliter örgütlenmesi olan gerici Osmanlı Ocakları vs. gibi örgütlenmelerin silahlı eğitimden geçirildiği daha önce kamuoyuna yansımıştı.

Muhalefeti oluşturan kesim oldukça çok saf ve iyi niyetli olmalı ki, başlarına gelebilecek tehlikeden bihabermişçesine davranış reflekslerinde beliren vurdumduymazlık bu türden senaryonun varlığından bihaber yaşamın içindeki muhalefet davranışları tek hücreli canlıların ilkel yaşama adaptasyonunu çağrışım yaptırıyor.

Trajik komik olacak ama muhalefetin kontrgerilla önderliğinde örgütlü paramiliter saldırıya karşı hiçbir ön hazırlığı olmadığı için acı bir hüsran muhalefeti bekliyor.

Unutulmasın ki, Cehenneme giden yolun taşlarıda iyi niyetle döşenmiştir. Fazla uzağa gitmeyelim yakın tarihe baktığımızda Şili buna iyi bir örnektir.

Ali Galip Sayılgan

15 Temmuz 2016’dan 2018 yılına, bir güzel darbe masalı…

Ne olduğunu 15 Temmuz 2016’da yazmıştım.

Hoş, yazdık da ne oldu ki?

Toplumsal açıdan koyunluk metodolojisine dahil olan her şahıs adeta ağız birliği yapmışcasına bu darbe girişimini Fetö’nün planladığı konusunda sarayla birlikte hareket ediyor. Farkında olup yada olmadan sarayla işbirliği yapıyor. Toplumsal koyunluk metodolojisine dahil olan her şahıs aynı zamanda sarayın bilmeden işbirlikçisidir.

Buna liberalinden tutunda, sözde sol aydınlara varana kadar, ana muhalefet partisi CHP’de buna dahildir. Hatırlanacağı gibi Yeni Kapı Mutabakatı (ruhu için) koştura koştura Yeni Kapı’ya giden CHP hatıralarda kötü bir iz bıraktı. CHP davranışlarıyla saray işbirlikçiliğine hizmet etmekte tereddüt etmediğini bir filim şeridi gibi kare kare izledik.

Gerek hükumetin, gerekse bakanlıkların pek kıymet-i harbiyesinin okunmadığı bir süreci yaşıyoruz. Saraydaki zat’ın ağzına bakarak laf söyleme ve bizzat izniyle iş  yapan bu kurumlar, sarayın estirdiği teröre  yandaş kalemlerce linç kampanyası katılmasıyla (hiç kimse) sarayı karşısına almayı cesaret edemeyecek duruma geldikleri gibi, bıkmadan usanmadan bire bir sarayın ağzıyla mevcut darbe girişimini değerlendirmektedirler. 

Zaten başka türlü değerlendirebilselerdi şaşırırdık…

‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur’ misali gibi, 2018’de de bir çok şeyler mevcut oturmuş yapıyla birlikte aynı kalacakmış gibi gözüksede 2018 çok şeylere gebe olacağı aşikardır.

Adam resmen eski ilişkilerini kullanıp (örtülü ödenekle ödemesini yaparak satın aldığı) Fetöcü kadrolara darbe girişimi sahnelemesine karşın, üstelikte bu yönde kralın çıplak olduğunu herkes görmesine karşın, herkes aynı teraneyi okuması Türkiye’nin geldiği noktanın belkide en dibidir. Basiretsizlik, yağcılık, kumpasçılık, hırsızlık, kapı kulculuğu  bu ülkede diz boyu…

Bir kez daha söylemek gerekirse: CHP ‘sinden aydın geçinen zevatların hemen hemen tümü sarayla ağız birliği yapmışcasına bu darbeyi Fetö’nün yaptığı konusunda darbeci iktidarla ağız birliği içine girmişlerdirler.

Bu durumu bire bir darbe kalkışmasının yaşandığı saatlerde canlı canlı yazmış olmama karşın darbe girişimini Tayyip Erdoğan ve şürekası örgütlediğini net bir şekilde belirtmiştim.

Aradan bunca zaman geçti darbe girişimini bile parlamentoda araştıracak her türlü girişimi ret eden AKP ‘li darbeci / kumpasçı milletvekilleri, kurdukları çoğunluk çeteciliğiyle kendilerini koruyan KHK’ler aracılığıyla hukukun cenaze namazının kılınmasına neden olunmuştur.

Merkezi olarak darbe kalkışmasını kesinlikle Fetö yaptırmamıştır. AKP erken davranıp bu darbeyi kendisi yapmamış olsaydı bu darbeyi Fetö yapacağını cümle  alem biliyordu. AKP 17-25 Arlık hırsızlığını deşifre eden Fetö’den darbeyi kendisi yapıp kurumların kilit yerlerinde bulunan Fetöcülerden  temizlemeyi başarmıştır. Tam olmasada Fetöcü kadrolardan devlet mekanizmasını arındırmaya  çalışmıştır. 

Darbenin muhtevası aleni bir  şekilde ortada iken göz  göre göre herkesin siyasi körlüğü oynayıp AKP gerici faşizminin argümanlarına alet olunması kervanının başını çeken ana muhalefet partisi CHP’nin darbe paradigmasına  yaklaşımı tamamen rezilliktir. Saraya hizmet etmektir/saray işbirlikçisidir.

Kaçak saray edebiyatında da aynı hizmetkarlığı sergilemedi mi? Yıllardır saraya kaçak saray dediler sonra tıpış tıpış kendi ayaklarıyla saraya  gidip ‘kaçak sarayı’ yasal saray haline  getirmediler mi?

Darbe kalkışmasını Fetö yaptırmadı diye bu Fetöyü masum kılmaz.

Fetö Tayyip Erdoğan’ın ikizidir.

Fetö, Tayyip Erdoğan kadar tehlikeli, bir o kadarda Makyavelisttir.

Bu iki kişilik için amaca giden her yol mubahtır.

Bu yüzden Atatürk’ün cumhuriyete mirası olan bu araziye, Atatürk’den ve Cumhuriyetten intikam alırcasına Osmanlı özenticiliğinin karmaşık ruh haliyle kendisine saray yaptırmış olup, 79,51 Milyon kişinin vergileriyle beslenecek şekilde ailesini ve kendisini ağırlatacak kadar narsist bir ruh haline sahiptir.

Darbe kalkışmasını bizzat Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan ve Kontrgerilla diye bildiğimiz Özel Harp Dairesinden kimi kişilerce örgütlenilmiştir.

Örgütlenen darbe girişimi esnasında camilerden verilecek Sela’lara varana kadar her türlü ince ayrıntı düşünülmüştür.

Çünkü Tayyip Erdoğan’ın böylesine kurgusal açıdan bir darbe kalkışmasına ihtiyacı vardı. Ak Parti olarak birebir iktidar paylaşılması konusunda sırtında taşıdığı Fetö örgütlenmesi, ne zaman 17-25 Aralık olarak kayıtlara geçen hırsızlık ve yolsuzluk operasyonu, bu aynı zamanda kamuoyuna Ak Partinin kirli çamaşırlarını teşhir etme operasyonu olarak bilinmektedir.

Fetö tarafından 17-25 Aralık operasyonu için düğmeye basılması demek aynı zamanda bu ittifakın sonunu belirlemiş oldu.

İktidar ortaklığını çok iyi değerlendiren Fetöcü kadrolar entelektüel birikimli kadrolarıyla hemen hemen her resmi dairede örgütlendikleri gibi devletin karar alıcı en kritik noktalarına kadar ele geçirmeyi başarmış olmaları Fetöcülerin gücünü belirlemektedir.

Buna yurt içi ve yurt dışında faaliyet gösteren okullarını dahil ettiğimizde Fetö’nün gücünün hiç de yabana atılmayacağını ortaya koymaktadır.

Tayyip Erdoğan ve çetesi bunu çok iyi bildiği için Fötücülerden arınma ancak ve ancak köklü bir operasyonla mümkün olacağı konusunda kafası çok netti. Tayyip Erdoğan çetesiyle el ele verip Fetöcü kadroları satın alma yöntemiyle darbe tiyatrosunu örgütlemiştir.

Şeytani bir buluş olan darbe tiyatrosu yöntemiyle siyasi rakibi olan Fetöcü örgütlenmeye karşı ülke bazında başlattıkları operasyonlarla çıkardıkları KHK’lerle faşizmi kurumsallaştırmışlardır.

17-25 Aralığın intikamını nasıl alacaklarını Recep Tayyip Erdoğan 11 Şubat 2014’te yaptığı İnlerine gireceğiz’ açıklamasıyla hayat bulmuştur.

Bu operasyonda boy hedefi haline getirilen dünün hizmet hareketi bugünün FETÖ/PDY terör örgütü nitelendirilmesiyle uygulanan projelerine nokta konmuştur.

Daha tam başkanlık sistemine geçilmeden başkanın keyfiyetiyle dağıttığı yandaş adaletle yüz yüze kalan Türkiyeyi gerçekten karanlık günler bekliyor.

Sırf bu yüzden yandaşlarınca iç savaşa yönelik çağrılar yapıldığı gibi, bu yönde paramiliter yapılanmalarla gizlenmeden aleni örgütlenmelerle yönelinmiş durumdalar. Birde buna Suriye iç savaşında saray tarafından desteklenen Işid ‘çi teröristlerin yeniden Türkiye!ye geçtiği gerçekliğini göz önünde bulundurduğumuzda Ak Parti sayesinde ülkenin kan gölüne döneceği günlere dolu dizgin gidiyoruz.

Uygulamalarıyla Hitlere özenen bu ruh hastası bu kişilik, Hitler’in yanında haddinden fazla vasat kalmaktadır. Hitler kendi anlayışının içinde Entelektüel birisiydi hatta Hitler’in bu konuda ‘Kavgam’ isimli eseri bile mevcuttu.

Hitler her şeyden önce iç savaş çıkartıp kendi halkını kırdırmayacak kadar bu vasat kişiliğe göre entelektüel kalmaktadır.

Bugün 31 Aralık 2018 an itibariyle saat 15:10

2018 yılı umarım Türkiye’ye huzur, barış, gerçek bir demokrasiyle birlikte mutluluk getirir.

Ali Galip Sayılgan

Bence Türkiye’ye hiç iyi gelmeyecek…

Zamanıma yazık olduğunu bile bile üşenmeden oturup Meral Akşener’in içeriği boş, bir o kadarda adeta çöp yığını olan tüm konuşmasını sonuna kadar dinledim. Madem politikaya soyunuyorsun insan birazcık kültürlü olur, hakkaniyetli olur, sosyal olur diye boş yere hayıflandım kendi kendime.

Akşener baştan beri boş birisi olduğunu bilmiş olsamda yeni kurdukları partinin başına geçecek insana, haliyle donanımına oy verecek insanlar mutlaka dikkat edecektir.

Birazcık vücut dilini okuyabilecek kapasitede iseniz kürsüde duruş ve davranışından tutunda kürsüyü kavrama hareketlerine varana kadar bir dizi istemsiz hareketlerini mercek altına alındığında bire bir Tansu Çillerden kopya çektiği davranış bilimi bize söylüyor. Meral Akşener ‘in kendine özgü bir davranış şeklini aradım ama bulamadım.

 TAM TERSİNE BENCE TÜRKİYE’YE ÇOK KÖTÜ GELECEK.

Kurduğu cümlelere bakıyorum karşılıklarını sürekli milliyetçiliğe atıflar yaparak alt yapısında boş değerler taşıyan demodeleşmiş kelimeler salatası gibiydi adeta. Bir ırka gönderme yapan lümpen burjuvazinin argümanları bile Meral Akşener’in söylemlerinden daha bir kalibresi yüksektir.

Meral Akşener ‘de kalkınma projesi lafla yürüyen peynir gemisinden farksızdır bir o kadar da sıfırdır.

Adeta Tayyip Erdoğan’ı mumla aratacak bir geleceğe sahip gözüküyor.

Konuşması boyunca ne bir insan haklarından bahsetti nede bir işçinin yaşam standartlarından bahsetti. Yoksul halkın yüz yüze geldiği sorunların ne uzağından nede yakınından geçti. Utanmadan birde diyor ki Cumhurbaşkanlığına adayım…

CUMARTESİ ANNELERİNİN YÜREĞİNE ATEŞ DÜŞÜRENLER TÜRKİYE’YE İYİ GELMESİ NASIL MÜMKÜN OLABİLİR Kİ?

Tansu Çiller, Meral Akşener ve Mehmet Ağar döneminde yüzlerce insan buharlaştırıldı. Yani faili mechul cinayetlere kurban edildiler bu insanlar. Buharlaştırılan evlatlarının kemiklerini bulmaya bile razı gelebilecek onlarca annelerin yürekleri kan ağlarken gençliğinin baharında buharlaştırılan insanlardan sorumlu olanlardan bir tanesi üstelikte suçunu itraf ede ede siyasi bir parti kurup Türkiye’ye iyi geleceğini ileri sürüyor.

Hele hele böylesine siyasetçilerin eline bir kez masum insanların kanı sıçramışsa yaşamının baharında buharlaştırılan insanların ilahi adaleti hala sağlanamamışsa Cumartesi annelerinin yüreklerine nasıl ve kim su serpebilir ki?

Üstelikte faili mechul cinayetleri kabul eden ”kabulümdür” deyip itirafta bulunan Meral Akşener yargılanmadan temizlenmeden nasıl Türkiye’ye iyi gelebileceğini iddia edebilir ki?

Kafatasçı geleneğin sembollerinden Bahçeli bile şu satırlarla yapılanlara isyan edebiliyorsa varın gerisini siz anlayın demektir bu.

“Faili meçhul sözü hafife alınacak söz olarak görülmemeli. Türkiye’de bin 901 tane faili meçhul vardır. Bu kadar ciddi bir konuyu MHP’de değişim dönüşüm isteyen insanın ‘faili meçhuller kabulümdür’ dediği vakit, Beyoğlu- Galatasaray arasındaki Cumartesi Anneleri’ni, genel merkez önünde perşembeden perşembeye toplanan pazar alanını, perşembe hariç, Cumartesi Anneleri’nin kullanmasına müsaade etmek demektir. Bu olayı MHP’ye sıvamak demektir. Faili meçhullerle ilgili meseleleri bir başka yerden gerçek yapılardan alıp MHP üzerine yıkmak demektir. Bu sözlerin hesabı bir gün sorulur ve verilir.” Kaynak

Buharlaştırılan 901 insandan sonra en son kirli ellerini  ne zaman yıkadığını insana sorarlar. Cumartesi anneleri de yağmur, çamur, kış, yaz demeden bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle evlatlarının hasretinde bunu sormak için hep nöbette değil mi zaten?

Gelinen noktada Türkiye’de politikacı olmak demek, salt determinist açıdan değerlendirdiğimizde toplumsal gerçekçiliğimizin özünü nasıl yitirdiğimizi bize, her şeyden önce, vicdanının sesini yitirmiş olmayı, haksızlıkları, hırsızlıkları, göz göre göre  hasır altına nasıl süpürdüğümüzü  gösterir.

Bu özellikler Türk politikacısının en önemli kriterlerden birisidir. Bunun üst aşaması akıl sağlığıyla sorunlu kişiliklerin itibar budalalığında geldiği noktadır.

Cahilleşme metodolojisinin sosyolojisi bizim gibi balık hafızalı toplumlarda yeni yeni ”iyi partilerin” Türkiye’ye ”iyi geleceğini” iddia etmesinden geçer.

Ali Galip Sayılgan